2.3. Atatürk’ün Devletçilik
Politikası
Devletçilik
konusundaki genel yaklaşım, o dönemdeki uygulamaları bir sistem sonucu ortaya
çıktığını kabul etmemek yönündedir. Dönemin uygulamaları ve devleti
yönetenlerin bu konudaki görüşleri incelendiğinde devletçilik uygulamasının bir
doktrin gereği değil pragmatik bir zihniyetle benimsendiği anlaşılacaktır.
Atatürk’ün devletçiliğinin ekonomi politikasını yönlendirme açısından en iyi
açıklaması yine kendisine aittir: “Bizim izlemeyi uygun gördüğümüz
devletçilik prensibi bütün üretim araçlarını özel girişimden alarak, milleti
tamamen başka temeller içinde düzenlemek amacı güden, özel girişimlere ve
faaliyetlere meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kolektivist,
komünizm gibi bir sistem değildir. Bizim izlediğimiz devletçilik, özel girişimi
esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar milleti refaha, ülkeyi imara
eriştirmek için milletin genel ve yüksek faydasını gerektirdiği işlerde –
özellikle ekonomik anlamda – devleti gerçek anlamda ilgili kılmaktır.” 2 Atatürk’ün bu sözlerinden uygulanan devletçiliğin doktriner bir yanının olmadığı fakat bir
zorunluluk sonucu ortaya çıktığı ve özel girişimi savunduğu anlaşılmaktadır
(Altıparmak, 2002:39). Atatürk’ün 1933 yılında açıkladığı devletçilik rejimi
aşağıdaki ilkeleri içermekteydi (Hiç, 1998:3287-3288):
• Özel teşebbüs esastır. Ancak özel teşebbüsün ele alamadığı
sektör devlet yatırımlarıyla sağlanacaktır.
• Devlet teşebbüsleri esas itibariyle sanayi sektörü için söz
konusu olacaktır. Özel girişimi ve devlet teşebbüslerini finansal bakımdan
desteklemek üzere devlet tarafından bankalar kurulacaktır. Tarımda devletin
rolü olmayacaktır. Devlet tarımda araştırma amacıyla çiftlikler kuracak ve
çiftçilere teknoloji aktaracaktır.
• Özel teşebbüs herhangi bir alanda yeterince uzmanlaştığı
takdirde o sektör kamudan özel teşebbüse devredilecektir.
Devletçi
ekonomi politikasının birisi devlet işletmeciliği, diğeri de; ekonomik hayatın
fiyat mekanizmasını, dış ticareti ve benzeri makroekonomik parametreleri
denetleme yoluyla düzenlemeye çalışması gibi iki şekilde yürütüldüğü
anlaşılmaktadır (Özyurt, 1981:132). Devletçilik döneminin ana hedefleri;
özellikle sanayideki üretim artışı yoluyla hızla kalkınmak, ödemeler
bilançosunu iyileştirmek, ekonomik büyüme sağlamak, tarımsal ve sosyal
reformlar aracılığıyla hayat standardını yükseltmek ve ekonomik bağımsızlığı
elde etmekti.
2.4. 1929-1938 Dönemi Türkiye
Ekonomisinin Durumu
1929
yılına kadar liberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucu zayıf olan özel
girişimin devlet teşvikleri ile kalkınamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Bunun
sebebi olarak 1928 yılında Osmanlı borçlarının ödenmesi ve 1929 Büyük Dünya
Bunalımının etkilerini söylemek mümkündür. Dünya pazarlarında tahıl ve hammadde
fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin ihracat gelirlerini düşürmüş ve devletin
müdahaleci bir yapıya bürünmesine sebep olmuştur.
2
Orijinal konuşma metni şu şekildedir: “Bizim
takibini muvafık gördüğümüz devletçilik prensibi bütün istihsal vasıtalarını
fertlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar dâhilinde tanzim etmek
gayesini güden ve hususi ve ferdi teşebbüs ve faaliyetlere meydan bırakmayan
sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi bir sistem değildir. Bizim takip ettiğimiz
devletçilik, ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu
kadar milleti refaha, memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumi ve
yüksek menfaatlerini icap ettirdiği işlerde -bilhassa iktisadi sahada- devleti
fiilen alakadar etmektir.”
Bu
dönemde para politikası açısından gerçekleşen en önemli gelişme 11 Haziran 1930
yılında 1715 sayılı kanunla TCMB’nin kurulmasıdır. Anonim şirket statüsünde
kurulan TCMB’nin hisselerinin bir kısmı maaşlarından taksitle kesilmek üzere
devlet memurlarına satılmış, hazinenin payı ise %15 ile sınırlandırılmıştır.
Ayrıca bankanın işlevleri 1938 yılında yapılan bir kanun değişikliği ile kamu
kuruluşlarının finansmanını sağlayacak şekilde genişletilmiştir (Bahar,
2004:162).
1929
yılına kadar Türk Lirası’nda görülen göreceli istikrarın dünya ekonomik
bunalımının etkisi ile bozulması sonucu çıkarılan 20 Şubat 1930 Tarih ve 1568
Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun; döviz üzerindeki devlet
kontrolünün güçlenmesini sağlamıştır. Bu yasa ile döviz, tahvil alım ve satımı
ile Türk parasının korunması hakkında önlemler alınmıştır (Akgönül, 2001:121).
Ekonomik
kalkınma açısından izlenen devletçi politika sonucu 1929- 1938 yılları arasında
önemli devlet bankaları faaliyete geçmiştir. Kurulan bu bankaların genel
özelliği belirli bir sektörü veya toplumsal kesimi desteklemek üzere faaliyete geçmeleridir.
Bu dönemde kurulan bankalar; Sümerbank, Etibank, Denizbank, Belediyeler
Bankası, Türkiye Halk Bankası, T.C. Ziraat Bankası (Yeni Düzenleme ile) ve Türk
Ticaret Bankasıdır. Yerel banka döneminin kapandığı, önemli devlet ve finansman
kurumlarının faaliyete geçtiği bu dönemde Türkiye’de 21’i yerel, 2’si devlet
bankası, 9’u da yabancı banka olmak üzere 32 banka faaliyetine son vermiştir
(Paçacı, 1998:3401).
1929
Büyük Dünya Bunalımı sonucu vergi gelirlerinin düşmesi sebebiyle, 1931’de
İktisadi Buhran Vergisi, 1933’te Muvazene Vergisi ve 1936’da Hava Kuvvetlerine
Yardım Vergisi getirilmiştir. Bu vergiler, çalışan kesim ile kazanç vergisi
mükelleflerini vergilendirmekteydi (Korkmaz, 1998:3415).
Yukarıda
ayrıntılı ifade edilen 17 Nisan 1934 yılında kabul edilerek uygulanmaya
başlayan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda; tekstil, kendir kesen,
demir-çelik, porselen-çini, kağıt, şeker ve gül sanayileri gibi sektörler yer
almıştır. Bu dönemde 1934 yılında Bakırköy Bez Fabrikası, Keçiborlu Kükürt
Fabrikası, 1935’te Kayseri Bez Fabrikası, Paşabahçe Cam Fabrikası, Zonguldak
Türk Antrasit Fabrikası, 1936’da İzmit Birinci Kâğıt Fabrikası ve Çubuk Barajı,
1937’de Nazilli Basma Fabrikası ile Ereğli Bez Fabrikası, 1938’de Gemlik Suni
İpek Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası ve Divriği Demir
Madeni İşletmesi açılmıştır. Ayrıca yukarıda sayılan devlet kuruluşlarının
dışında yeni kurumlarda açılmıştır. Bunlar; Başvekâlet İstatistik Genel
Müdürlüğü (1930), Tekel Genel Müdürlüğü (1931), PTT Genel Müdürlüğü (1933),
Hava Yolları İşletmesi (1933), Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü
(1935), Maden Tetkik Arama Enstitüsü (1935), Elektrik İşleri Etüt İdaresi
(1935), Tapu Kadastro Umum Müdürlüğü2003:76).
Bu
dönemde, tarım alanında yaşanılan en önemli gelişme, 1932 yılında Ziraat
Bankasına bağlı olarak kurulan ve 1938’de bağımsız bir kamu kuruluşu olarak
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) adını alan kurumsal düzenlemedir. Başlangıçta
sadece buğday için destekleme fiyatı belirleyen ve alım işlemi yapan kurumun yetkileri
daha sonraki yıllarda giderek genişletilmiştir (Kepenek ve Yentürk, 2001:71).
Madencilik
alanında bu dönemde kamu girişimciliği 1935 yılında Maden Tetkik Arama
Enstitüsü ve Etibank’ın kurulması ile büyük bir ivme kazanmıştır. Madencilik
alanındaki kamu faaliyetleri iki taraftan yürütülmüştür. İlk olarak taş kömürü
ve bakır madenlerinin işletme yetkisi Fransız ve Alman ortaklığından 1936
yılında alınmıştır. Daha sonra kamulaştırmalar ile birlikte krom ve demir başta
olmak üzere madenler ile ilgili üretim ve arama çalışmaları yaygınlaştırılmıştır
(Kepenek ve Yentürk, 2001:73).
Sonuç ve Değerlendirme
1923-1929
döneminde İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ile ekonomik yapı ve
kurumlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu dönem içerisinde kısmi bir liberal
yapı yaşanmıştır. Devlet özel sektörü yatırım yapmaya teşvik edecek çeşitli
yasal ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirmekle birlikte doğrudan ekonomik
yatırımlara girişmemiştir. Kısmi liberal dönemden müdahaleci döneme geçişin
temel nedenleri, 1929 yılında yaşanan Büyük Dünya Bunalımının etkisi, bu döneme
kadar özel kesimin istenilen ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmekte yetersiz
kalması ve Osmanlı Devleti’nden kalan borçların ödenmesinin getirdiği ağır yük
devletin müdahaleci bir yapıya bürünmesine neden olmuştur.
Bu
müdahaleci yapı, ülkenin devletçi bir politika izlemesine neden olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin izlediği devletçilik politikasına bakıldığında
doktriner bir yanının bulunmadığı görülmektedir. Atatürk’ün devletçilik modeli
sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi bir sistem değildir.
Atatürk’ün devletçilik modeli, özel kesime öncülük yaparak ekonomik kalkınmayı
hızlandırmak ve ülkeyi refaha kavuşturmaktır.
Özer
ÖZÇELİK*
Güner
TUNCER**