İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920
Vildan Sevil |
Cumhuriyet,
bu topraklar üzerinde, dünyada esen Aydınlanma ve Ekim Devrimi rüzgârının
etkisiyle bir İslam toplumunda kuruldu. Ancak her toplumsal yönetim gibi o da dünyanın
ve ülkenin nesnel koşullarının gerektirdiği, elverdiği ölçüde başarılı oldu.
Devrimi yapan burjuvazi olmadığı için, demokrasi ayağı topal kaldı, baskıcı yanı ağır bastı.
M. Kemal, yiğit,
anti-emperyalist ve bilimsel düşünceye inanmış bir ulusal kurtuluş savaşı önderiydi.
Ölüm yıldönümünde, Mustafa Kemal’i, bu özellikleriyle, saygıyla, sevgiyle
anıyorum.
Bugün,
cumhuriyetin kazanımları ve önder olarak M.Kemal, eleştiri sınırlarını çok aşan
bir saldırı altında. Bunu, haksız ve acımasız buluyorum.
Saldırının
asıl kaynağının; kapitalizmin bu son evresinde, paranın, silahın, gücün ve onu besleyecek,
yaşatacak olan postmodern ideolojinin rahat dolaşımını ve egemenliğini
sağlamakta, ülkelerin sınırlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden çizmek
istemesinde olduğunu düşünüyorum.
Kapitalizm,
bu amacı doğrultusunda, özellikle Yakındoğu ve Ortadoğu’da, dinsel, mezhepsel,
etnik çatışmaları alabildiğine kullanıyor; koca bir coğrafyayı kan gölüne
çeviriyor. Bu yolla, anti-demokratik yönetimlerle ya da diktatörlüklerle
ezilmiş halkların inançlarını, etnik yapılarını, “Özgürlük, kurtuluş, insan
hakları” vaatleriyle kendi güdümüne alıyor.
Emperyal
güçlerin, dinsel ideolojiye ve dinsel eğitime de şiddetle gereksinimi var. Onlar
için teknolojiyi geliştirecek eğitim şimdilik yeterli. Tevekkül eden yığınlar yaratmanın, çağı yorumlayacak
felsefe ve bilimden, düşünceden uzaklaştırmanın en denenmiş ve kolay yolu ise dinsel
ideolojiyi, onun dayattığı yaşam biçimini egemen kılmaktır. Böylece rahat
güdümlenen, gönüllü köleler ve sürülerden oluşmuş toplumlar yaratmayı amaçlıyor
Yeni Dünya Düzeni.
Cumhuriyet
kurulurken, M. Kemal, bağımsızlığı, Batı’da gelişen uygarlığa ulaşmayı, dinin
yerine bilimselliği egemen kılmayı amaçlıyordu. Bunların ne kadar
gerçekleştiği, izlenen yol ve yöntemler, tartışma ve eleştiri dışı olmamalı elbette.
Buna karşın, dünya egemenlerinin, M.Kemal ve cumhuriyete saldırısının altında
yatan asıl nedenin, yapılan yanlışları sürekli öne çıkarmak suretiyle halkları
kışkırtmak ve cumhuriyeti var eden amaçları unutturmak amacıyla yapıldığını da
görmezden gelemeyiz. Asıl amaç, anti-emperyalist bir başkaldırıyı ve
bilimciliği unutturmaktır. Çünkü YDD’nin buna gereksinimi vardır.
Cumhuriyet
döneminde yapılan yanlışlar nedeniyle kökleşmiş tarihsel ezilmişlik ve çekilen
acılarla kalıtsallaşan duyguların etkisiyle bu tuzağa düşmek, tüm halklar için
yeni acıların doğumuna neden olacaktır. Bu yanlışları, gerçekçi değerlendirmemek, yadsımak ise şoven
duyguları, düşmanlıkları körükleyen bir yaklaşımdır. Ezilenlerin kurtuluşu,
birbirine düşmanlıkla değil, birlikte savaşımla başarılabilinir.
M.Kemal ve
cumhuriyete saldırının amacı yukarda
belittiğimiz gibi olmasaydı eğer, cumhuriyetin göreceli kazanımları her alanda geri alınmaz; yerine küresel egemenlerin buyrukları doğrultusunda
yapılanma ve dinsel gericilik konmazdı. Halkların barışçıl ve kardeşçe yaşama
koşulları yaratılır; düşmanlıklar körüklenmez; toplumun enerjisi barışa ve
üretime, yoksulluktan kurtulmaya yönlendirilirdi.
Diğer
yandan, nesnel bir M. Kemal ve cumhuriyet dönemi eleştirisi için gericiliğin iktidarına sığınılmaz, onun peşine
takılınmazdı. 1968 kuşağının yaptığı gibi tarihten ders çıkarmayı amaçlayan
nesnel eleştiri daha da geliştirilirdi. Elbette, bugünlere gelinmesinde,
cumhuriyeti yalnızca burjuvazinin çıkarlarını gözeterek, ilerici düşünceleri
cezalandırarak, ezerek yönetenlerin rolü çok büyüktür. Bu gelişmelere tepki
olarak, bu yanlışların hâlâ sürdürülmesinin, çeşitli renkleriyle kendilerini
Kemalist, Atatürkçü olarak ifade edenlerin, kişiye tapıncı getiren biçimsel
sahiplenmelerinin ve sola düşmanlığının da aynı derecede anti-emperyalist ve
bilimci özden uzaklaştıran, itici bir yaklaşım olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu bağlamda, iki ucun da
vardığı noktanın, küresel egemen güçlerin ve gericiliğin ekmeğine yağ sürdüğünü
görmezden gelemeyiz. Ağıtların, tapınç nidalarının ve posterlerin yani biçimsel sahiplenmelerin bugüne kadar yarar
sağlamadığı artık anlaşılmalıdır.
Kemalizmin,
Atatürkçülüğün, cumhuriyet tarihi boyunca iktidar hırsları ve çıkarları uğruna
çeşitli kılıklara sokulup kullanıldığı da bir gerçektir. Buna karşın, hâlâ tek
bir Kemalizm ve Atatürkçülük olmadığı, anti-emperyalist ve aydınlanmacı yanına
sahip çıkan güçlerin varlığı, M.Kemal’in tarihsel bir kişilik olarak önemi unutulmamalıdır. Eleştirel bakışta, bu gerçeği
atlamak, Yeni Dünya Düzeni’ne karşı savaşım veren güçleri zayıflatır. Böyle
düşünen Kemalistler de, YDD’nin dayatmalarını ve ona karşı olan güçleri iyi
saptayıp dostça birlikteliklere açılmalıdır. M.Kemal, başlangıçta bağımsızlığı savununurken ve ''Ben, manevî miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır.'' derken samimiydi.
“İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat (yol) uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” derken de samimiydi. Sonraki gelişmeleri de dünyanın ve ülkenin o günkü gerçeklerinden kopararak değerlendirmek, bizleri yeni yanılgı ve tuzaklara düşürür.
Bugün, tarihi ve günümüzü kavrayabileceğimiz gerçekçi, nesnel çözümlemelere ve insanlığın düşmanlarına karşı çok geniş birliktelikteliklere şiddetle ihtiyacımız var.
Unutmayalım
ki hepimiz tarihin öznesiyiz.
10.11.2012
Vildan Sevil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.