2005 yılı sonlarında, Amerikalı John Perkins’in bir kitabı yayımlandı: Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, (Çeviren: Murat Kayı), 2.B., April Yayıncılık, Ank., 2005. Kitap ilgi gördü ama, gereken ölçüde olmadı. Bense bu kitabı âdeta yutarcasına okudum.
Çünkü
kendisi de bir “ekonomik tetikçi” olan John Perkins’in yazdıkları
başlıca görüşlerimle uyuşuyor, kimi hipotezlerim yeni kanıtlara
kavuşuyordu. Kitap ikiyüzlü olan Batı’nın, daha doğrusu onun
“Derin-Merkez”inin çirkin yüzünü gözler önüne seriyordu. Onun için bu
kitaba büyük önem veriyor, içerdiği gerçekleri fırsat buldukça halkıma
duyurmaya çalışıyorum. Önceki kesimde ekonomik tetikçinin bir tanımını
vermiş, görevini ve kullandığı araçları açıklamıştım. Burada ise yine
aynı kitaptan geniş ölçüde yararlanarak [ss. 16 -22, 32- 49] ekonomik
tetikçinin bir portresini çiziyor, kullandığı araçları, faaliyetlerini,
bunların sonuç ve etkilerini ortaya koyuyorum.
Ama önce Derin-Merkez’in tanımını hatırlatmalıyım: “İleri
derecede sanayileşmiş ve gelişmiş, dünya ekonomisine ilişkin kararlarda
belirleyici olan, uluslararası kuruluşların yönetimini elinde tutan,
G-7 diye bilinen ülkeler”e kısaca Merkez diyorum. Derin Merkez ise “Merkez’in
içinde asıl güç kaynağı ve gerçek karar makamı olan, dünyadaki servetin
çok büyük bir kısmına sahip bulunan, az sayıda Amerikalı sermayedarlar
ve büyük bankerler grubudur”.
I) EKONOMİK TETİKÇİNİN PORTRESİ
A) J. Perkins “Ekonomik tetikçiler”i dünya üzerine dağılmış, ulus ötesi şirketler hesabına çalışan, seçkin bir grup olarak niteler. Bütün
hedefleri güç ve para, diğer ülkelerin kaynaklarını ABD hesabına ele
geçirmektir. Birkaç servet tutkunu insanın dünya egemenliği, küresel
imparatorluk rüyaları için çalışırlar. Modern küresel imparatorluğun
kuruluşuna tuğla taşır, onun gerektirdiği koşulları yaratmak için
uğraşırlar. O koşullar niçin yaratılır? Dünyanın diğer ulusları; en
büyük şirketleri, hükümetleri ve bankaları yöneten Derin Merkez’e boyun
eğsin diye!... Bu amaçla, öncelikle uluslararası finans kuruluşlarını
kullanırlar. İmparatorluğu kurma işindeki ustalık ve kurnazlıkları J.
Perkins’in deyişiyle “Romalı kumandanları, İspanyol istilacıları, 18. ve
19. yüzyılın Avrupalı sömürgeci güçlerini utandıracak düzeyde”dir.
Ekonomik
tetikçi özel olarak seçilmiş, özel olarak yetiştirilmiştir; “Barış
gücü” ortamında eğitilmiştir. Sadece kendilerine açık olan bir kulübün
üyesidir. O bir gönüllüdür, bir ajandır. Bu “gururlu gelenek”le ilgisini
kimse, hattâ eşi bile bilmez. Yaptığı tercih kesindir, bu pis işin
içinde hayat boyu kalacaktır. Muhtemel ekonomik
tetikçileri -NSA dahil- Amerikan istihbarat örgütleri belirler,
ulusötesi şirketler de işe alır. Hizmetleri karşılığında yüklü paralar
alırlar. Ancak asla hükümetten para almazlar; eğer kirli işleri ortaya
çıkarsa, bundan ABD hükümeti sorumlu tutulmasın diye.
Ekonomik
tetikçi cin gibidir. Sömürgeci atalarının öykülerini dinleyerek
büyümüştür. Silah, zırh ya da özel bir giysi taşımaz. Herhangi bir
üçüncü dünya ülkesinde, yerli bir okul öğretmeni ya da dükkân sahibi
gibi giyinir. Washington, Londra ya da Paris’te ise bir hükümet
bürokratı veya bankacı görünümünde karşınıza çıkar. Alçak gönüllüdür,
saygılı ve normal davranır. Proje bölgelerine gider, yoksul köyleri
ziyaret eder. Yerel gazetelerde, yaptığı göz yaşartıcı
hayırseverliklerden söz ettirir. Hükümet komisyonlarının masalarını
hesap çizelgeleri ve finansal tahminlerle donatır. Harvard işletme
Okulu’nda makroekonominin mucizeleri üzerine ders verir. Hep kayıt
altındadır, hep ortada, göz önündedir. Ancak gerektiğinde yasa dışı
yollara da başvurur. Çünkü hizmet ettiği küresel sistem hile, yalan ve
kandırma üzerine kurulmuştur.
B) Ekonomik tetikçi hiç mi başarısız olmaz? Olur, ancak o zaman da devreye “çakal”
adı verilen ajanlar girer. Bunlar “soylarını doğrudan doğruya o eski
imparatorluklara dayandıran, çok daha sinsi bir tür”dür. Çakallar
gölgededir; ortaya çıktıklarında, devlet başkanları ya devrilir ya da
bir “kaza” (!) sonucu hayatlarını kaybeder. Eğer bir şanssızlık sonucu
çakallar da başarısız olursa, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi klasik
yöntemlere başvurulur. Amerikan askerleri zorbalığa, öldürmeye ve yok etmeye gönderilir.
C) Ekonomik tetikçinin üç temel amacı vardır:
i)
Dev mühendislik ve inşaat projeleri aracılığı ile, parayı MAIN ve diğer
Amerikan şirketlerine (Bechtel, Halliburton, Stone and Webster, Brown
and Root ve benzerlerine) geri döndürecek büyük uluslararası kredileri
haklı göstermek.
ii)
Dünya liderlerini ABD’nin ticarî çıkarlarını gözeten büyük bir ağın
parçası haline getirmek; bu liderleri, sadakatları garanti edilecek
şekilde borç batağına saplamak.
İşte J. Perkins’in bu amaçla ilgili itirafları: Liderleri politik, ekonomik veya askerî ihtiyaçlarımız için, ne zaman istersek kullanabiliriz. Karşılığında
onlar da halklarına sanayi siteleri, elektrik santraları, “duble
yollar” ve havaalanları sağlayarak politik durumlarını güçlendirirler.
Bu arada biz de kendi hedefimize ulaşırız: Amerikan mühendislik ve
inşaat firmaları inanılmaz ölçülerde zenginleşmiş olur.
iii)
Kredileri alan ülkeleri iflas ettirmek için uğraşmak; böylece
alacaklılarına sonsuza kadar borçlu kalıp alacaklı ülkenin bir desteğe
ihtiyacı olduğunda kolay birer araç olmalarını sağlamak.
II) ARAÇLARI VE FAALİYETLERİ
A)
Önce bir ekonomik tetikçinin bir “ekonomist” olarak nasıl işe
başladığını görelim: Bay Einar Greve bir uluslararası danışmanlık
firması olan MAIN’de genel müdür yardımcısıdır. Dünya Bankası’nın,
hidroelektrik santrallar ve diğer altyapı projeleri için sanayileşmesi
engellenmiş bir ülkeye -örneğin Türkiye’ye- borç verip vermemesi
hususunu karara bağlamak için yürütülen çalışmalardan sorumludur. E.
Greve aynı zamanda Amerikan ordusunda yedek albay konumundadır.
Birgün
Einar Greve J. Perkins’i iş görüşmesi için MAIN’in Boston’daki
merkezine davet eder. Görüşme sırasında MAIN’in asıl işinin mühendislik
olduğunu söyler ve ekler: Şirket en büyük müşterisi olan Dünya
Bankası’nın, mühendislik projelerinin fizibilitelerinde kullanılan
ekonomik tahminleri hazırlamak için yetenekli bir ekonomiste ihtiyaç
duymaktadır. Bundan önce istihdam ettikleri ekonomistler istenen
performansı gösterememiştir. Ekvador, Endonezya, İran ve Mısır gibi
ülkelerde seyahat edip yerli liderlerle görüşmelerini ve o bölgelerdeki
ekonomik gelişme imkânları hakkında değerlendirme yapmalarını isteyen
sözleşme koşullarını hiçbiri yerine getirememiştir. Aynı iş için teklif
alan Perkins uluslararası danışmanlık şirketi MAIN’de ekonomistlik
görevine Ocak 1971’de böyle başlar. Ne var ki asıl görevi bunun çok
ötesindedir. Gerçeği kısa sürede öğrenecektir.
B) Ekonomik tetikçiler hedeflerine ulaşmak için belirli araçlar kullanırlar. Bu araçların başında kurban ülkelerin borçlandırılması
gelir. Verilen borçları bir yardım, bir iyilik gibi gösterirler. Çünkü
bunlar -elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, sanayi
siteleri gibi- alt yapı yatırımları için verilen borçlardır. Ancak
projelerin çok önemli bir şartı vardır: Bütün yatırım projeleri, Merkez
ülkelerin mühendislik ve inşaat firmaları tarafından
gerçekleştirilecektir. Bunun stratejik anlamı şudur:
Verilen borç paranın çoğu Merkez ülkeyi, örneğin ABD’yi terk etmez bile.
Para sadece aynı ülke içinde yer değiştirir: Washington’daki banka
kasalarından Newyork, Houston ya da San Fransisco’daki mühendislik
ofislerine akar. Verilen borç para alacaklı ülkeye anında geri gelirken,
borçlu ülkeye düşen, anaparayı faizi ile birlikte son kuruşuna kadar
geri ödemektir.
Ekonomik
tetikçinin sağladığı başarının temel ölçütlerinden biri, kurban ülkeyi
olabildiği kadar borca sokmaktır. Ülke o kadar borca batırılmalıdır ki
birkaç yıl içinde, geri ödemeleri yapamaz bir hale gelmelidir. Eğer bu
sağlanabilmişse küresel imparatorluğa bir ülke daha eklenmiş demektir.
İşte o gün, tetikçinin günüdür: Artık diyetini isteyebilir. İşte birkaç
diyet örneği:
-Ülkenin Birleşmiş Milletler’de vereceği oy,
-Ülkede askerî üs kurulması,
-Petrol imtiyazları ya da stratejik bölgelere ulaşım olanağı.
-Derin Merkez’in (dolayısıyla ulus ötesi şirketlerin) planlarına destek.
C)
Ekonomik tetikçinin kullandığı başka bir araç da ekonomik kalkınma
masalı çerçevesinde, kurban ülkenin gözünü, bilimsel kılıklı ekonomik modellerle
boyamaktır. Bu tür bir model çerçevesinde bir ülkeye milyarlarca dolar
yatırım yapmanın sebep olacağı etkiler tahmin edilir. Özellikle uzun
dönemli, örneğin 20-25 yıl sonraki ekonomik büyüme tahmin edilir, farklı
projelerin etkileri değerlendirilir. Mesela bir ülkeye 1 milyar dolar
kredi verilmesine karar verilmişse, bu paranın elektrik santralleri
yatırımında kullanılmasının faydaları ile, yeni bir demiryolu şebekesi
ya da iletişim sistemi yatırımında kullanılmasının faydaları
karşılaştırılır. Ya da bir ülkeye modern bir elektrik şebekesi
kurulmasına karar verilmişse, ekonomik tetikçi böyle bir şebekenin
açılacak krediyi haklı kılacak boyutta bir ekonomik büyümeye sebep
olacağını göstermek zorundadır.
John Perkins bu nitelikte bir modeli nasıl hazırladığını kitabında şöyle anlatıyor: İlk
gerçek ekonomik tetikçilik görevim Endonezya ile ilgiliydi. Cava adası
için bir master enerji planı hazırlamakla görevli bir ekibin üyesiydim.
MAIN’de genel müdür yardımcısı Einar öyle iyimser tahminler yapmamı
istiyordu ki Cava ekonomisinde bir patlama olacağı izlenimi
uyandırmalıydı. Böyle bir tahmin, Dünya Bankası, USAID ve diğer
uluslararası bankaların açacağı kredileri haklı gösterecekti. İyi bir
tahminci olarak sivrilmem ve daha fazla yükselmem de ekonomik
modellerimin daima bu şekilde olmasını gerektiriyordu. Daha somut bir
deyişle Cava ekonomisi coşmalı, bir kartal gibi süzülüp yükselmeli,
grafikleri âdeta delip geçmeliydi. Bu ise zor değildi; çünkü
istatistikler, tahmincinin eğilimlerini doğrulayanlar dahil, birçok
farklı sonuçlar doğuracak şekilde kullanılabilirdi.
Görülüyor
ki uluslararası kredilerin usulünce tahsisinde anahtar konumunda olan,
ekonomik tetikçinin yapacağı tahminlerdir. Çünkü kurulacak tesislerin
büyüklükleri, dolayısıyla da verilecek kredilerin boyutları bu
tahminlere bağlı bulunmaktadır. Proje tercihinde kritik faktör gayrisafi
millî hasıladır. Seçilecek proje, en yüksek millî hasıla artışını
sağlayacak olan projedir. Eğer elde tek proje varsa, uygulanacak
projenin, millî hasılaya çok olumlu katkıları olacağını ispatlamak
gerekir.
Bütün
bunlar, işin görünen yüzüdür. Görünmeyen yüzü ise bütünüyle farklıdır:
Projelerin gizli ve asıl amacı başkadır. Şöyle ki birinci olarak
hükümetlerin uzun süreli finansal bağımlılıkları ve bu yoldan politik
sadakatları güvence altına alınmalıdır. İkinci olarak, müteahhit
firmalara büyük kârlar sağlanmalıdır; krediyi alan ülkedeki bir avuç
varlıklı kesim daha da zenginleşmelidir. Merkez açısından, verilen borç
ne kadar fazla ise o kadar iyidir. Çevre ülkeler açısından ise, kurban
ülkenin omuzlarına bindirilen borç yükü, ülke halkını onlarca yıl
sağlık, eğitim ve diğer hizmetlerden yoksun bırakacaktır. Ancak bu
kayıplar, kimsenin umurunda değildir.
III) SONUÇLAR VE ETKİLER
Ekonomik tetikçinin faaliyetlerinin sonuçları ve diğer etkileri konusuna somut bir örnekle girelim.
A) Texaco şirketi 1968’de Ekvador’un
Amazon bölgesinde petrol buluyor. Bugünse bu ülkenin ihracatının
neredeyse yarısını petrol oluşturuyor. Ekonomik tetikçiyle bağlantılı
bir konsorsiyumun inşa ettiği 450 kilometrelik bir boru hattı sayesinde,
Ekvador ABD’ye petrol ihraç eden ülkeler arasında yer almayı
hedefliyor. Ancak bu arada Ekvador, bakınız, hangi zararlara uğramış
bulunuyor:
-Chevron
Texaco şirketi açık çukur ve nehirlere her gün milyonlarca galon
petrol, ağır metal ve kanserojen madde içeren zehirli atıklar dökmüştür.
-Tertemiz, billur gibi ırmaklar birer pislik kanalına dönüşmüştür.
-Yağmur ormanlarının büyük bir bölümü tahrip olmuştur.
-Chevron
Texaco şirketinin, arkasında bıraktığı 350 civarında kapatılmamış atık
çukuru, hâlâ hayvanları ve insanları öldürmeye devam etmektedir.
-Makavların (bir kuş türü) ve jaguarların ırkı, neredeyse ortadan kalkmıştır.
-Üç yerel Ekvador kültürü yok olmanın eşiğine gelmiştir.
-“Petrol
patlaması” olarak bilinen dönem boyunca Ekvador’da resmî yoksulluk
oranı %50’den %70’e, işsizlik oranı %15’den %70’e tırmanmıştır. Devletin
borcu 240 milyon dolardan 16 milyar dolara yükselmiştir. Ulusal
kaynaklardan nüfusun en yoksul kesimlerine ayrılan pay ise %20’den %6’ya
düşmüştür.
-Ekvador
dış borç içinde yüzmektedir. Bunun bir sebebi ekonomik tetikçilerin
uygulattığı yatırım projeleridir. Ekvador devlet bütçesinin çok büyük
bir kısmını dış borcun geri ödenmesine ayırmaktadır. Oysa yoksulluk
sınırının altında bulunan milyonlarca Ekvadorlu yardım beklemektedir. Bu
borç yükünden kurtulmak için ne yapıyor Ekvador? Yağmur ormanlarını
petrol şirketlerine satıyor.
Ülkedeki
yağmur ormanlarından çıkarılan her 100 dolarlık ham petrole karşı,
petrol şirketleri 75 dolar elde etmektedir. Geri kalan 25 doların dörtte
üçü dış borç ödemelerine gidiyor. Kalanın çoğu savunma ve diğer devlet
harcamalarına ayrılır. Sağlık, eğitim, yoksullara yardım programlarına
ise sadece 2.5 dolar kalır!
B)
Ekvador kesinlikle bir istisna değildir. Ekonomik tetikçilerin küresel
imparatorluk çatısı altına, yani Derin Merkez’in etki alanına soktuğu
hemen her ülke aynı akıbete uğramıştır. Söz konusu
dönem içinde Üçüncü Dünya ülkelerinin toplam borcu 2.5 trilyon dolara
yükselmiştir. Bu borcun yıllık faizi 2004 itibariyle 375
milyar dolardır. Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının günlük kazancı 2
dolardan azdır. Bir üçüncü dünya ülkesindeki özel mülkiyetin ve parasal
kaynakların %70 ila %90’ı nüfusun yüzde 1’inin elindedir.
SONUÇ
Gözlemlerimin ulaştırdığı bazı bulgu ve yorumlarımı sonuç olarak sunuyorum:
-Ekonomik
tetikçi Harvard gibi ünlü bir çatı altında makroekonomi dersleri
verebiliyor! saf İyi niyetli genç iktisatçılarımız, aktarmacı
profesörlerimiz dikkat! Batı iktisat literatürünü Türkiye’ye taşırken,
farkında olmadan tetikçilerin uydurma teori ve analizlerini “ekonomi
biliminde son gelişmeler” diye taşımış olabilirsiniz. Farkında olmadan
yönlendirilir, bir araç olarak kullanılabilirsiniz.
-Ekonomik
tetikçinin ilk hedefi Çevre ülkelerinin liderleri!... Onları, sürekli
kullanılacak şekilde borç batağına sokmak… Aklıma Türkiye’nin
1983’lerden itibaren borca alıştırılması geliyor. Bu borcun, 2002’den
sonra daha da katlanmış olması geliyor. O dönemlerin liderleri geliyor.
-Batı’nın
zenginlik kaynağı sadece bilim ve teknoloji değildir. Gençlerimizi,
böyle diyerek gerçeklerden uzaklaştırmayalım. Batı ahlâk dışı yollardan
da zenginleşiyor. Bunun payı en az birinci kadar büyük: Çevre
ülkelerin liderlerini elde ediyor, onları köleleştiriyorlar, o ülkeyi
borç batağına sokuyor, iflasa sürüklüyorlar. Bilimi, uydurma ekonomik
modelleri araç olarak kullanıyorlar.
-Ekonomik
tetikçinin başarısının temel ölçütlerinden biri, kurban ülkeyi
olabildiği kadar borca sokmak; o kadar ki ülke, geri ödemelerini yapamaz
bir hale gelsin! Türkiye borçtan iflas durumuna tarihte iki kez
düşürülmüştür. Biri 1854 ve sonrasında Reşit Paşa ve Lord Canning ile
birlikte, öbürü 1983 ve sonrasında T. Özal ve -kimse- çağdaş Canning ile
birlikte. Bundan iki sonuç çıkıyor: Bir, ekonomik tetikçilik yeni bir
meslek değil. İki, tarihte başımıza gelenlerden ders almıyoruz. Hep aynı
hatâları işliyoruz. Sebep, çapsız yöneticiler… Burjuva demokrasisi
böyle çapsız insanları, yönetici diye başımıza bela edip duruyor.
-Ekonomik
tetikçinin uğradığı ülkelerde neler olduysa aynıları Türkiye’de de
olmuş ve olmaktadır: Millî gelirin adaletsiz dağılımı devam etmektedir.
Dış borçlar artmıştır. Borçların ödenmesi için fabrikalar, tesisler,
liman işletme hakları, topraklar, akarsular,… satılmaktadır.
Ulusal
kaynaklardan nüfusun en yoksul kesimlerine ayrılan pay %20’den %6’ya
düşmüştür. Millî kaynaklardan elde edilen gelirlerin, savunma ve diğer
devlet harcamaları ve borç ödemelerinden sonra, geriye kalan küçük bir
kısmı sağlık, eğitim, yoksullara yardım programlarına ayrılabilmektedir.
En
acısı da şudur ki, o ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de hükümetler
değiştikçe halkımızın durumunda hiçbir önemli değişiklik olmamaktadır;
hatta halkımız bu hükümetleri %34, %47 gibi yüksek oy oranlarıyla
iktidara taşısa bile…
Kaynak: Cihan Dura, Derin Komplo: Türkiye’nin Yeniden İşgali, İleri Yayınları, İst., 2008, ss.158-163.