3 Nisan 2015 Cuma

Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkı Verilmesi





Atatürk’ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal alana katılmaları yönünde yapılan ilk değişiklik 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme, 1933′de çıkarılan Köy Kanunu ile muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934′te de Anayasa’da yapılan bir değişiklikle Türk kadını, milletvekili seçme ve seçilme haklarını kazanmıştır. 

Atatürk Devrimleri’nin içinde yer alan, kadınların sosyal ve kültürel alanlarda, eğitimde, hukukta, aile içinde, çalışma hayatında, toplumsal yaşamda ve siyasette erkeklerle eşit haklara sahip olması, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde 1926 ile 1934 yılları arasında yapılmaya çalışılmıştır. Bu konuda yapılan yasal düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti’nde toplumsal alanda yapılan en önemli yeniliklerdendir ve birçok Avrupa ülkesinden çok daha önce gerçekleştirilmiştir. Fransa ve İtalya’da kadınlara 1946’da, İsviçre’de ise 1971’de seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.

Eski Türk Devletlerinde kadınlar aile hayatında, mirasta, devlet yönetiminde hak sahibiydiler ancak Osmanlı Devleti’nde İslamiyet’in de etkisiyle kadınlar birçok sosyal, kültürel ve siyasi haktan mahrum bırakıldı. Nüfus sayımında topluma dâhil edilmeyen, yüzlerini peçeyle örtmemesi kanunlarla yasaklanmış, evlenme, boşanma ve miras işlerinde ikinci plana atılmış ve devlet memuru olamamışlardır.

Çağdaş, demokratik ve laik bir Türk toplumunu hedefleyen başta Mustafa Kemal Atatürk, dönemin hükümetleri ve TBMM olmak üzere kadınların insan haklarından eşit olarak yararlanması için gerekli düzenlemeleri yapmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınlara seçme ve seçilme haklarının verildiği dönemde, kadın hakları ve kadınların erkeklerle eşitliği konusunda Batı ülkelerinde ve toplumlarında yoğun mücadeleler yapılmış ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de bu mücadeleler şiddetli geçmiştir.

 Ülkemizde, gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kendi hakları konusunda, Batı ülkelerindekine benzer şekilde mücadele ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ama kadınlara birçok Batı ülkesinden daha evvel bu haklar Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur.

Cumhuriyet Dönemi ve Kadın Hakları

Teokratik bir devlet yapısının ve kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin bulunduğu Osmanlı İmparatorluğu’ndan, kadın erkek eşitliğinin kabul edildiği modern Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş birçok devrim ile mümkün olabilmiştir. Bu devrimlerle, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır ve Atatürk Devrimleri’nin en önde gelenlerindendir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1926 yılında kabul edilerek yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını “şeriat” zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile Türk kadınına hakları iade edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın güçlenmeye, kişiliğini bulmaya ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya başlamıştır. Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına, TBMM tarafından 3 Nisan 1930’da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır.

 Türk kadını ilk kez 1931 yılında da tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır. TBMM tarafından 26 Ekim 1932′de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, Köy İhtiyar Kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmıştır.  8 Ekim 1934′de kabul edilen ve 5 Aralık 1934′de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın erkek eşitliği alanında bütün haklar, “Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı” nın tanınmasıyla verilmiştir.

Atatürk’ün Kadın Hakları konusundaki görüşleri ve gerçekleştirdikleri, yakın dönemde Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşlerle aynıdır. Atatürk, çağının ötesine geçerken kadına bir birey olarak haklarının verilmesi Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulanmıştır. Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923‘de şöyle demiştir: “Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.”

Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk’ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı’ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya’da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle şöyle dile getirmiştir: “Dünyada hiçbir milletin kadını, ben milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından fazla çalıştım, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”

Atatürk, toplumun bir parçası olan kadınların her alanda ileri bir seviyede olmasını arzu etmiştir. Daha önceleri Osmanlı toplumunda kadınlar yaşamsal ve sosyal açıdan hiç bir öneme sahip olmazken, Medeni Kanun ile kadınlara toplumsal açıdan bazı haklar tanınmış, siyasal açıdan pek bir değişiklik olmamıştı. Ancak Atatürk’ün yapmış olduğu girişimler neticesinde, Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından yapılan değişiklerle kadınlara seçme ve seçilme hakları verilmiştir. Böylece Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştur.

Kadınlara tanınan bu hakların o yıllarda birçok Avrupa devletlerinde olmayışı, Atatürk’ün ve Türk halkının kadın haklarına verdiği değer ve önemi en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

Haber Kaynağı: Siyaset Dergisi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.