Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğunda ülkedeki ulaştırma imkânları, ülke ihtiyaçlarını
karşılamaktan çok uzak ve oldukça kötü durumdaydı. Yolsuzluk ve taşıma
araçlarının azlığı ülkenin en önemli sorunuydu. Ülkede tamamı yabancılar tarafından inşa edilmiş 4112 kilometre
uzunluğunda demiryolu vardı. Yabancı şirketlerin işlettiği bu demiryollarında
taşımacılık çok pahalıydı.
Ülkenin
topyekûn kalkınmasını hedefleyen yöneticiler İktisat Kongresi kararları
doğrultusunda, ülkenin gelişmesinin ana unsurlarından birisinin de ulaştırma
alt yapısı olduğu görüşünden hareketle, başta demiryolları olmak üzere ulaşım
imkânlarının geliştirilmesi için çalışmalara başlamışlardır. 1923 Umuru Nafıa
programında ülkeyi doğu-batı yönünde geçen ve şube hatlarıyla merkez ve
limanlara bağlanan demiryolu ağı planlanmıştır.
Ancak Milli
Mücadele’nin başından 22 Nisan 1924’e kadar geçen sürede milli bir ulaşım
politikasından bahsedilemez. Bu dönemde özellikle demiryolu politikası liberal
esaslara dayanıyordu. Demiryolları gibi büyük sermayelere ihtiyaç duyulan
bayındırlık işlerinin milli sermaye ve milli teşebbüsle başarılması mümkün
görülmüyordu. Büyük önem verilmekte olan demiryollarının bir an evvel
gerçekleştirilmesi için ülkenin bağımsızlığına zarar vermemek ve mevcut
kanunlara uymak şartı ile yabancı sermayeye izin verilmişti.
Bu
düşünceyle Ankara’dan başlayarak Akdeniz ve Karadeniz’e ulaşmak kaydıyla, Doğu
Anadolu’dan Musul’a kadar yaklaşık 4000 kilometrelik bir demiryolunun inşası
için Amerikalı Chester ile imzalanan sözleşme 9 Nisan 1923 günü TBMM tarafından
onaylandı. Yine aynı düşünceyle Lozan’da, Türkiye’de daha önce imtiyazla
demiryolu yaparak işleten şirketlerin statüleri kabul edilmişti. Ancak Osmanlı
döneminde olduğu gibi yabancı siyasi etki ve nüfuzlarına yol açacak herhangi
bir görüşe hayat hakkı verilmedi.
Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğunda Tablo l’de görüldüğü gibi ülkede 4112 kilometre demiryolu
vardı. Bu demiryollarından 3756 kilometresi imtiyazlı yabancı şirketler
tarafından inşa edilmişti. Doğu Anadolu’daki 356 kilometre demiryolu ise işgal
yıllarında Ruslar tarafından inşa edilmişti.
Tablo 1:1923
Yılında Türkiye’deki Demiryolları
Hattın Adı
|
Genişliği
(m)
|
Uzunluğu
(km)
|
Anadolu
Hattı1
|
Normal
(1.435)
|
1032
|
Bağdat
Hattı
|
Normal
(1.435)
|
966
|
Adana-Mersin
Hattı
|
Normal
(1.435)
|
68
|
İzmir-Kasaba
Hattı
|
Normal
(1.435)
|
703
|
İzmir-Aydın
Hattı
|
Normal
(1.435)
|
609
|
Şark
Demiryolları
|
Normal
(1.435)
|
337
|
Mudanya-Bursa
Hattı
|
Dar(
1.050)
|
41
|
Erzurum-Sarıkamış
Hattı
|
Dar
(0.750)
|
232
|
Sarıkamış-Sınır
Hattı
|
Geniş
(1.524)
|
124
|
Toplam
|
4112
|
** Askeri
amaçlarla inşa edilen Ankara-Yahşihan-İzzettin arasındaki 127 km.’lik dar
demiryolu tabloya dâhil edilmemiştir.
Kaynak: istatistik Umum Müdürlüğü 1928
istatistik Yıllığı
Yabancı
şirketler tarafından inşa edilen ve bir ağaç görüntüsünde limanlardan iç
bölgelere uzanan bu demiryolları ülke çıkarlarından ziyade, emperyalist
devletlerin çıkarlarına göre inşa edilmişlerdi. İzmir-Kasaba hattı İzmir’den
Afyon’a, şube hattıyla da Soma üzerinden Bandırma’ya ulaşıyordu. İzmir-Aydın
hattı ise, Denizli ve Dinar üzerinden Eğridir’e kadar uzanıyordu. Anadolu hattı
ise, Eskişehir üzerinden Ankara ve Konya’ya ulaşıyordu. Konya’dan başlayan
Bağdat hattı Adana üzerinden Irak’a geçiyordu. Şark demiryolları da ülkenin
Avrupa ile bağlantısını sağlıyordu. Ruslardan kalan Erzurum-Sarıkamış-Sınır
demiryolu hattının haricinde Ankara’nın doğusunda demiryolu yoktu.
4112
kilometrekarelik demiryolunun ülkenin ulaşım ihtiyacını karşılaması mümkün
değildi. Üstelik ülkenin büyük bir bölümünde demiryolu bulunmuyordu. Bu
sebeplerle Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ulaşım sorununa 19. yüzyılın
en etkili ve güvenilir ulaşım sistemi olan demiryolları ile el atıldı.
Milli
Mücadele’den bağımsız bir devlet olarak çıkan Türkiye Cumhuriyeti, demiryolu
politikasını ülke çıkarlarına uygun bir şekilde belirleyecek bir güce sahipti.
Nitekim araştırdığımız dönemde, Osmanlı döneminde olduğu gibi dış baskılarla
değil, ülke gerçeklerine dayalı, ülkenin kalkınması ve savunulması gibi milli
ihtiyaçlara göre tespit edilen milli ve bağımsız bir demiryolu politikası
izlenmiştir.
1923 – 1938
döneminde demiryolları ülkenin en önemli sorunu olmuş ve büyük bir ciddiyetle
ele alınmıştır. “Bir karış fazla şimendifer” parolasıyla “milli vahdet, milli
mevcudiyet, milli istiklal meselesi” olarak örülmüştür. Üretim merkezlerini tüketim merkezlerine bağlayarak iktisadi bir denge
kurmak, bunun yanında demiryollarının geçtiği bölgelerde iktisadi hayatta
olduğu kadar sosyal hayat üzerinde de bir gelişmenin sağlanması amaçlanmıştır.
“Milli emniyet”, “sosyal ve iktisadi bir vasıta” gibi düşünülen demiryolları,
Türkiye’nin “iktisadi gelişmesi, iktisadi seviyesi ve zirai tutumu noktasından
lâzım olduğu kadar, vatanın geri kalmış bölgelerine ilim, irfan ve medeniyet
nuru akıtmak; huzur, milli varlık ve milli emniyet açısından da bir zorunluluk”
olarak görülüyordu. Demiryolu yapımlarının ülkenin doğusuna yönelmesi hem
bölgenin imarı hem de bu bölgedeki asayişsizliğin ortadan kaldırılması şeklinde
açıklanıyordu.
Bu
düşünceleri gerçekleştirmek amacıyla takip edilen milli ve bağımsız demiryolu
politikası başlıca iki yönde gelişti. Bunlardan birincisi, milli bütünlüğün ve
milli iktisadın ihtiyaçlarını karşılayacak ağ biçimindeki yapıyı oluşturmak
için yeni demiryolları inşa etmekti. İkincisi ise, yabancı şirketlerin
ellerindeki demiryollarını satın alarak demiryollarına milli bir nitelik
kazandırmaktı.
Cumhuriyetin
demiryolu politikası her şeyden önce inşa politikasına dayanmaktaydı. Amaç,
ülkedeki demiryolu şebekesini mümkün olduğu kadar kısa bir sürede
genişletmekti. Mali yetersizlik sebebiyle şirketlerin elindeki demiryollarının
devletleştirilmesi yoluna gidilmek istenmiyordu. İsmet İnönü, inşa
politikasının gerekçesini şöyle açıklıyordu. “Bence şimendifer politikası her
şeyden evvel yeni inşaat politikası idi… Bana şimendiferlerde esas politikamın
ne olacağını sordukları zaman bir karış şimendifer demiştim. Yeni inşaat gibi
muazzam bir masrafa girerken eski şimendiferleri devletleştirmek gibi bir
masrafa girmek istemiyordum”.
Ancak TBMM
22 Nisan 1924’te kabul ettiği bir kanun12 ile Anadolu hattının satın alınmasına
karar verince inşa politikası ile millileştirme politikası aynı anda
başlamıştır. Fakat bu hattın millileştirilmesi ancak 1928’de gerçekleşecek,
esas millileştirmeler ise 1930’lu yıllarda yapılacaktır.
Cumhuriyet
Hükümeti Ankara’yı başkent seçtiğinde, yeni hükümet merkezinin İstanbul, İzmir,
Aydın, Konya, Eskişehir, Adana gibi şehirlerle bağlantısı olup, ülkenin diğer
bölgeleri ve Sivas, Samsun, Erzurum, Kayseri, Malatya, Diyarbakır gibi önemli
şehirleriyle demiryolu bağlantısından tamamen yoksundu. Hâlbuki hükümet
merkezinin önemli şehirlerle demiryolu bağlantısı ilk akla gelen zorunluluktu.
Bunun için ilk iş olarak Ankara’nın yeni hatlarla ülkenin başlıca bölge ve
şehirlerine bağlanması konusu ele alınmış, Ankara-Sivas, Samsun-Sivas
hatlarının yapılması kararlaştırılmıştır.
Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa 20 Şubat 1926’da, komisyonun çalışmalarına
katılarak çeşitli genişlikteki hatların birleşme noktasında yapılacak
aktarmanın askeri nakliyat açısından sakıncalı olacağı, dolayısıyla yeni hatlar
yapılacaksa, Ankara-Eskişehir-Konya-Ulukışla-Ankara halkasıyla, Bağdat demiryolunun
da dar hatta çevrilmesi şeklinde görüş bildirdi ise de komisyon bu görüşe
katılmamıştır.
Fakat bu
rapordan çok kısa bir süre sonra, hükümetin Samsun-Sivas hattının dar hatta
çevrilmesinin mümkün olup olmadığı konusunda görüş istemesi üzerine Nafıa Vekâleti
17 Mart 1926’da bu defa da önceki raporun tam aksine özetle : “Dar hattın
bölgenin iktisadi ihtiyaçlarına cevap veremeyeceği ve o ana kadar geniş hat
için yapılan harcamanın boşa gideceği dolayısıyla hattın geniş olarak inşası
uygundur” şeklinde görüş bildirmiştir.
Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa ise ülkede yapılacak demiryollarının bir
kısmının dar bir kısmının da geniş olarak inşasına karşı çıkmıştır. Fevzi Paşa
bu konuda da 22 Şubat 1926’da başvekâlete gönderdiği yazıda “Hatların değişik
boyutta yapılmasının aktarma gerektireceği bunun da zaman kaybına sebep
olacağını belirttikten sonra aktarma istasyonlarının bombalanması ile askeri
nakliyatın kesintiye uğrayacağını ifade ederek, yapılacak hatların aynı
genişlikte olmasını istemiştir.
Teknik
adamların hem zaman hem de para açısından daha ucuza mal olacağı düşüncesiyle
dar demiryolu yapılmasına taraftar olmalarına rağmen sonuçta, askeri ihtiyaçlar
göz önüne alınarak hatların geniş olarak inşası kararlaştırılmıştır.
1933’de
Ergani-Diyarbakır hattı ve 1934’de Sivas-Erzurum hattı için hazine tahvilleri
çıkarılarak iç borçlanmaya gidilmiştir. Bu durum kredi sağlama yoluyla
demiryolu ihalelerinde üstünlük elde eden yabancı şirketlerin üstünlüğüne son
verdi. İlk defa yaklaşık 690 km.’lik Sivas-Erzurum ve Malatya-Çetinkaya
hatlarının ihalesini bir Türk şirketi kazandı. Bu ihale demiryolu yapımlarında
bir dönüm noktası oldu. Cumhuriyet yöneticileri bu ihaleden sonra “bir karış
daha şimendifer” sloganı yerine “Türk bilgisi, Türk sermayesi, Türk müteahhidi
ve Türk işçisi ile demiryolu” sloganını kullanmaya başladı. Demiryolu
yapımlarındaki anlayışın değişmesinde, 1923–1933 döneminde Türk teknik
elemanları ve müteahhitlerinin sayı ve beceri düzeylerinin artması yanında,
yabancı şirketlerin kredi sağlama imkânlarının buhran sebebiyle azalmasının da
etkisi vardır.
Araştırdığımız
dönemde millileştirme politikasına gelince; demiryollarının millileştirilmesinde
Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yılları sırasında hatların yabancı
şirketlerin elinde bulunmasının yarattığı stratejik sakıncalar önemli rol
oynadı. Bununla birlikte demiryollarının özelliğine ve bulundukları bölgelere
göre iktisadi, siyasi ve askeri sebepler de etkili olmuştur.
Aslında
Cumhuriyetin ilk yıllarında hükümet yabancı demiryolu şirketlerinin
millileştirilmesinden yana değildi. Ancak hükümet Milli Mücadele’de el koyduğu
Anadolu hattını şirkete devretmek için TBMM’ne gönderdiğinde, şirket
hisselerinin İngiliz sermayesinin eline geçtiği ortaya çıktı. TBMM yapılan
görüşmelerde İstanbul’dan başlayarak Anadolu ortalarında Ankara ve Konya’ya
ulaşan, stratejik önemi olan bu hattın İngilizler tarafından siyasi baskı aracı
olarak kullanılabileceği, dolayısıyla hattın satın alınması hakkında görüş
birliğine varılmıştır. Bunun üzerine yeni sözleşme onaylanmayarak 24 Nisan
1924’te kabul edilen 506 numaralı kanunla hattın satın alınması için hükümete
yetki verilmiştir.
Anadolu hattının
satın alınması için şirketle yapılan görüşmelerin çok uzun sürmesi ve 1928’de
yapılan sözleşme ile ilk yıllarda oldukça yüksek ödeme yapmak zorunda kalınması
yanında, bu yıllarda önemli demiryolu hatlarının yapımı ve dünya ekonomik
buhranı gibi sebepler 1933’e kadar diğer demiryolu hatlarının
millileştirilmesine engel olmuştur.
Ancak 1934’e
gelindiğinde demiryolu inşaatlarında önemli bir gelişme sağlanmıştı. Artık sıra
yabancı şirketlerin ellerindeki hatların millileştirilerek bütün ülke
şebekesinin milli bir demiryolu idaresi altında bir elde toplanmasına gelmişti.
Dolayısıyla 1934-1937 döneminde millileştirme işlemine hız verilmiştir. 1934 ve
1935’deki millileştirmelerde iktisadi sebepler etkili olurken, 1937’de Şark
Demiryolları’nın millileştirilmesinde yaklaşan İkinci Dünya Savaşı sebebiyle
askeri etkenler rol oynamıştır.
Demiryolu
taşımacılığında verimi ve kapasiteyi artırmak, iktisadi ve ülkenin savunulması
bakımından oldukça önemliydi. Hâlbuki hem yapılışları hem de kullanılan işletme
araçları bakımından yeterli olmayan, üstelik çok bakımsız kalan imtiyazlı
hatların sahibi, yabancı şirketler bu konulara ilgisiz kalıyor, para
harcamaktan kaçmıyorlardı. Diğer taraftan hükümet tarifelerde indirime giderek
hem iktisadi hem de tarım kesimi ve tarım ürünleri ihracatlarını korumaya
çalışırken, şirketler uyguladığı yüksek tarifelerle özellikle tarım üreticilerini
zor durumda bırakmıştı. Üstelik tarife indirimlerine rağmen devlet demiryolları
kâr ederken, şirketler yüksek tarifelere rağmen zarar etmekteydiler. Sözleşme
gereğince şirketlere belirli bir km garantisi sağlandığı için aradaki fark,
hükümet tarafından ödeniyordu. Bu durum da yabancı şirketlerin elindeki
demiryollarının millileştirilmesi için bir gerekçe yaratıyordu.
.Devletin bu
dönemde yabancı şirketleri satın almaya gitmesinde bir başka neden de dış
konjektörün çok elverişli olmasıdır. Buhran içindeki belirsizlikler içinde
yabancı şirketler demiryollarını oldukça uygun şartlarda satışa razı
olmuşlardır.
1928’de
Anadolu demiryolu hattının satın alınmasıyla başlayan millileştirme çabaları
ile 1938’e kadar şirketlerin elindeki demiryollarından 3387 kilometresi satın
alınmıştır.
Araştırdığımız
dönemde demiryolu politikasının tek bir hedefe yöneldiğini ifade edebilmek mümkün
değildir. Milli savunma ile ilgili kaygılar ağır basmakla birlikte, bütünleşmiş
bir iç pazar yaratılmaya çalışılmıştır. Yapılan demiryolları yalnız milli
birlik, milli savunma ve bağımsızlığın bir gereği değil, bunlarla birlikte
milli iktisat için de zorunluluk olarak görülmüştür. Dönemin yöneticileri
tarafından demiryollarının “Ülkenin hayatı, emniyeti, milli birliği, siyasi
varlığı ve milli iktisadın gelişmesi” için yapıldığı sık sık dile
getirilmiştir.
Yabancılar,
yapılan demiryollarının siyasi ve askeri amaçlı olduğunu iddia etmişlerdir. Bu
iddialar bir noktaya kadar doğru olmakla birlikte gerçekleri tam olarak
yansıtmaz. Askeri ve siyasi hedefler söz konusu olmakla birlikte iktisadi ve
sosyo-kültürel hedefler de gözetilmiştir.
Sonuç
olarak, Atatürk döneminde ulaştırma sorununa demiryolları ile çare bulunmaya
çalışılmıştır. Bu 15 yıllık sürede yabancı şirketlerden satın alınan 3387
kilometre demiryolu için 42.515.486 TL. Ödenmiştir. Yine aynı dönemde
341.599.424 TL. harcanarak 2815 kilometre demiryolu inşa edilmiştir. Böylece
1923’de 4112 kilometre olan demiryolu uzunluğu 1938’de 6927 kilometreye
ulaşmıştır.
YRD. DOÇ.
DR. İSMAİL YILDIRIM
Yukarıdaki
yazı bir ulusun ekonomik egemenliği olmadan siyasi egemenliğinin olamayacağını
bize çok güzel gösteriyor. Ayrıca yabancı özel sermayeyi sadece kazanç
ilgilendirdiğinden, bulundukları ülkelerin insanlarına hizmet getirme gibi bir
hedefleri olmadığını da açıkça ispat ediyor. Büyük önder Atatürk ve
arkadaşlarının nasıl kısıtlı şartlarla, o tarihlerde demiryollarını çok amaçlı
ülkenin hizmetine soktuğunu da belgeliyor. İsteyince demek neler oluyormuş…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.