Atatürk’ün
“ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın da olmayacağı” düşüncesi ile
Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktisadi hayatta hızlı atılımlar
yapmaya başlamıştır. İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar paralelinde 1923-1929
döneminde kısmi bir liberal dönem yaşanmış fakat gerek 1929 yılında bütün
dünyayı etkileyen Büyük Buhran’ın etkisiyle gerekse sermaye
ve girişimcilik yetersizliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti devletçilik politikası izlemeye başlamıştır. Çalışmada
Atatürk dönemi ekonomi politikası 1923-1929 ve 1929-1938 olmak üzere iki
dönemde incelenmiş ve bu dönemdeki politikalar analiz edilmiştir.
GİRİŞ
19.
yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında katılmış olduğu savaşlar neticesinde
Osmanlı Devleti ekonomik anlamda güçsüz bir konumdaydı. Girmiş olduğu savaşların finansmanında iç kaynakları yetersiz kalmış ve
yüksek oranda borçlanmaya gidilmiştir. Yıllarca süren bu savaşlar sonrası; ülkede
birçok iş sahası kapanmış, üretken erkek nüfusu
azalmış, göçler nedeniyle de işsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Var
olan kaynakların büyük ölçüde ordunun hizmetine sunulması, bu kaynakların
tükenmesine sebep olmuştur (Coşkun, 2003: 72). 1915
yılında İstanbul ve Anadolu’da büyük işletme sayılan 585 işyerinde
yapılan inceleme sonucunda 30.000 sanayi işçisinin çalıştığı görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ekonomik anlamda kendi
kendine yetebilmekten uzak kalmıştır. Çünkü sanayi kuruluşlarının kapasitesi
küçük, işçi sayısı az ve üretilen ürünlerin kalitesi de düşüktür (Semiz, 1996:
12-13).
Böyle
bir ortamda başlayan ve dört yıl süren
Kurtuluş Savaşında da ülkenin beşeri ve fiziki kaynakları sonuna kadar
kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra her işin
devletten beklendiği uzun ve zor bir dönem başlamıştır. Devlet bir
taraftan okul, hastane, yol yaparak ülkeyi yeniden inşa etmeyi; diğer taraftan
da şekeri, çimentoyu üretecek fabrikalar kurmayı planlamaktaydı.1920’li
yıllarda ülkenin
bulunduğu bu olumsuz durumda dahi egemen olan iktisadi düşünce, piyasa
mekanizması esas alınarak, sermaye birikiminin özel sektör aracılığıyla
gerçekleştirilmesi yönündeydi.
1923
yılında İzmir İktisat Kongresi’nde özel
sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine yönelik bir iktisadi kalkınma
modelinde karar kılınmıştır
(Çarıkcı,
1998: 3244).
1. Planlı Dönem Öncesi: 1923-1929
Yılları Arası Kısmi Liberal Dönem
Atatürk’ün ekonomi politikası Türk Milleti’nin çağdaş uygarlık
seviyesine ulaştırılması hedefine yöneliktir. Geçimini ilkel yöntemlerle tarımdan sağlamaya çalışan yoksul ve
eğitimsiz bir toplum, yerli ürünler yerine ithal mallarını korumayı amaç edinen
bir gümrük rejimi, demir ve deniz yolları gibi en önemli sektörlere hâkim
yabancı şirketlerin ülkeyi terk etmeleri, daha da önemlisi devleti zor durumda
bırakan Düyun-u Umumiye nedeniyle bütün ticari faaliyetleri büyük ölçüde durmuş
bir ülke durumundaki Türkiye’de her şeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu. Tüm bu
problemlerin
çözümlenebilmesi ve yeni kurulacak olan devletin ekonomi politikasına yön
verecek önlemlerin belirlenmesi için 1923’te İzmir İktisat Kongresi
düzenlenmiştir (Karataş, 1998: 3318).
1.1.
İzmİr İktİsat Kongresİ
Kurtuluş
Savaşından sonra İstanbullu Türk tüccarlar Milli Türk Ticaret Birliği’ni
kurdular. Birliğin kuruluş amacı; yabancı ekonomilerle, dış ekonomik ilişkileri
sürdüren azınlıkların tasfiyesiyle meydana gelen boşluğu doldurmaktı.
İzmir
İktisat Kongresi hazırlıkları içerisindeydi. Milli Türk Ticaret Birliği’nin de
katıldığı İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında
toplandı. İzmir İktisat Kongresi’ne çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcilerinden
oluşan toplam 1135 temsilci katılmıştır (Parasız, 1998: 3).
Türkiye
İktisat Kongresi’nin toplanma amacı, savaştan yorgun çıkmış olan iktisadi
faktörlerin ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, onların
ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular üzerine dikkatleri çekmek ve
iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirleme isteğidir (Gökçen, 1998:
3256). Ülkedeki ekonomik yapılanmanın, uygulanacak iktisat politikasının yönünü
belirleyen bir “Misak-ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak-ı İktisadi; yurt içi sanayii kurmayı ve geliştirmeyi
amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik
sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir (Sabır, 2003: 80).
İlk
bölüme giren kararlardan bir bölümü şunlardır (Yavi, 2001: 282-
283):
• Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılacaktır,
• Lüks ithalattan kaçınılacaktır,
• Ekonomik gelişmeye katkısı olmak koşuluyla yabancı sermayeye
izin verilecektir.
İkinci
bölümde yer alan bazı kararlar ise şunlardır (Parasız, 1998: 3;
Yavi,
2001: 283):
• Reji idaresi ve yönetimi kaldırılacaktır,
• Tütün tarımı ve ticareti serbest olacaktır, ihraç edilen tütünün
işlenmiş olması gerekmektedir ve vergileri tüketiciden alınacaktır,
• Aşar kaldırılacak, yerine uygun bir vergi konulacaktır,
• Temettü vergisi gelir vergisine dönüştürülecektir,
• İç gümrükler kaldırılacak, koruyucu gümrük tarifeleri kabul edilecektir,
• Ziraat Bankası yeniden düzenlenecektir,
• Sanayicilere kredi vermek üzere bir Sanayi Bankası kurulacaktır,
• Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun günün ihtiyaçlarını karşılar hale getirilmesi
ve beş yıl sonra 25 yıl süreyle uzatılması sağlanacaktır,
• Türk limanlarında kabotaj hakkı sağlanması ve demiryolu,
limanlar ile diğer ulaşım alt yapısı geliştirilecektir,
• İşçilerin çalışma saatleri düzenlenecek ve 18 yaşından küçükler çalıştırılmayacak,
haftada 1 gün çalışanlara tatil imkânı verilecektir,
• “Amele” kavramı yerine “İşçi” kavramı kullanılacaktır,
• Tüm işgücüne sendika hakkı tanınacaktır.
Bu
dönemde Dünyadaki çalkantılı iktisadi durumdan dolayı Türkiye’ye
yabancı sermaye girişi olmamıştır (Hiç, 1998: 3286).
Yukarıda
özetlenen, iktisadi envanter ve ana iktisadi hedeflerin ışığında izlenecek
iktisat politikaları ve stratejileri belirlenmiştir. Öncelikli hedef; sanayileşme
başta olmak üzere, tarım ve hizmetler sektörünün geliştirilmesidir.
1.2.
Lozan Antlaşmasının İktİsadİ
Hükümlerİ
Türkiye
için 1923–1929 döneminin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki
yapı
taşı, Lozan Antlaşması ve dönemin sonlarında patlak veren Büyük
Dünya
Buhranıdır.
Uzun
bir pazarlık döneminden sonra imzalanan Lozan
Antlaşması ile
Türkiye sadece siyasi olarak değil ekonomik
olarak da etkilenmiştir. Lozan
Antlaşması ile ülkede ağır iktisadi etkileri bulunan kapitülasyonlar
kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması büyük bir başarı olarak görünmesine
rağmen bu antlaşma ile Osmanlı borçlarının büyük bir bölümü Türkiye Cumhuriyeti
tarafından devralınmıştır.
Lozan’ın
öngördüğü sınırlar dikkate alınarak Osmanlı borcu, Türkiye Cumhuriyeti ile
imparatorluğun topraklarını paylaşan diğer devletlerarasında dağıtılmıştır
(Boratav, 1998: 32). Ancak borç paylaşımı konusunda devletlerarasında çıkan anlaşmazlıklar
yüzünden Türkiye ile alacaklılar arasındaki antlaşma 13 Haziran 1928’de imzalanmıştır. Türkiye, Osmanlı’nın 161 milyon altın
liralık borcunun 107 milyon altın liralık kısmını ödemeyi taahhüt etmiştir. (Aksu,
2006: 122).
Osmanlı
borçları ve savaş tazminatları gibi hükümler; zaten yetersiz olan yatırım
kaynaklarını emerken diğer yandan da, gümrük vergileri ile ilgili madde
bağımsız bir dış ticareti imkânsız kılıyordu. Lozan Antlaşması’na ek olarak
imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise beş yıl süre ile Türkiye’nin uygulayacağı
iktisat politikalarını dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve
ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yerine yenilerinin konmamasını, gümrük
tarifelerinin ise beş yıl süre ile değişmemesini öngörmekteydi (Boratav, 1998:
32).
Antlaşmaya göre Türkiye; İngiltere,
Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan ithal edilecek
mallardaki gümrük tarifelerini 1916 Osmanlı tarifeleri düzeyinde tutmaya mecbur
ediliyordu. Lozan’da saptanan gümrük tarifesi milli ekonomiye yaklaşık yüzde
13’lük bir koruma derecesi sağlamıştır. (Beyarslan, 1982: 35).
Özer ÖZÇELİK*
Güner TUNCER**
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.