Cihan Dura |
Bir yazarımız, Sayın M. Hilmi Yıldırım[i] bir makalesinde özetle şu uyarıcı satırlara yer veriyordu: Türkiye
Cumhuriyeti’nin ekonomide en önemli hedefi sanayileşmek, sanayileşmiş
ülkelerin safına katılmaktı. O bakımdan hükümetlerimiz; farklı ekonomik
programlar uygulasalar da bu hedefi korudular, ta ki 1980 yılına kadar. O
yıldan sonra sanayileşme rafa kaldırıldı. Batı dünyası ise
sanayileşmişti ve bu avantajını korumak istiyordu. Bu sebepten, Müslüman
ülkelerin, özellikle de sanayileşme potansiyeli olan Türkiye’nin,
sanayileşmesini önlemek için ne gerekiyorsa yapıyordu. Çareyi Türkiye’yi
idare edenlere, “serbest piyasa ekonomisi”ni kabul ettirmekte buldular.
Yöneticilerimiz, bir anda serbest piyasacı kesildiler ve şöyle dediler:
“Serbest piyasa ekonomisinde, sanayileşmeyi özel sektör gerçekleştirir.
Biz bu işi, özel sektöre devrettik.” Oysa sanayileşme tarihinin
gösterdiği bir gerçek vardır ki o da şudur: Özel sektör hiçbir ülkede
kendi başına sanayileşmeyi gerçekleştirememiştir, gerçekleştiremez de…
Devletin desteği, teşviki ve öncülüğü olmadan, sanayileşmek imkânsızdır.
Değerli
yazarımız, Sayın Hilmi Yıldırım’ın burada asıl neyi vurgulamak istiyor?
Vurgulamak istediği husus –kanaatimce- Türkiye’nin, Batı’nın -daha
doğrusu Çirkin Batı’nın- dünyanın kalan kısmına uyguladığı bir
stratejinin, –benim deyişimle- MERİT stratejisi”nin kurbanı olmasıdır.
Birçok yazımda mahiyetini açıkladım bu stratejinin. Aşağıda bir kısa bir
özet daha sunacağım. Ancak, söyleyeceklerimin rahat anlaşılması
bakımından önce bir alegoriye başvurmam gerekiyor.
I) Sözde Yarış
Ünlü
bir atlet düşünün. Dalında rakip tanımıyor, girdiği her yarışta şampiyon
oluyor. Kimseye bırakmıyor birinciliği. Katıldığı her koşuda böyle… Bu
konumunu sürdürmek için çok çalışıyor, düzenli antrenman yapıyor,
performansını koruyor. Zamanı gelince, bileğinin gücüyle yine şampiyon
oluyor. Ancak dikkat! Asla kural dışı davranmıyor; herhangi bir hileye,
dopinge veya şikeye başvurmuyor. Hep bileğinin hakkıyla kazanmak
istiyor ve öyle yapıyor. Sonra biliyor ki hile yaparsa elenebilir,
diskalifiye olabilir.
Şimdi
bu örneği aklımızda tutarak gözlerimizi dünya ülkelerine çevirelim.
Onlar da bir “gelişme yarışı” içindeler. Bakıyoruz, bu gelişme yarışında
önde olanlar Merkez ülkeler (ABD, Almanya, İngiltere, Japonya gibi
gelişmiş ülkeler). Çalışıyorlar, yeni üretim teknikleri, yeni mallar
buluyor, bunları dünyaya satıp daha fazla kazanıyorlar. Tasarruf
ediyorlar, birikimlerini borç verip faiz geliri elde ediyorlar.
Konumlarını, dünyanın diğer ülkelerine, özellikle Çevre ülkelerine
(Türkiye gibi ekonomik açıdan az gelişmiş ülkelere) kaptırmıyorlar.
Ancak
dikkat! Söz konusu uluslararası yarışta, yukarda verdiğim sporcu
örneğinden farklı bir durum var: Zengin ülkeler bu uluslararası koşuda
kural tanımıyorlar, belden aşağı vuruyorlar; hukuk ve ahlak dışı yollara
başvuruyor, hile yapıyor, çelme atıyor, tuzak kuruyorlar. Neden?
Geriden gelen ülkelerin, örneğin Türkiye’nin kendilerine yetişmesini
önlemek için! Ekonomik bakımdan az gelişmiş Çevre ülkelerinin büyük
atılımlar yapıp kendilerine yetişmesini engellemek için,
birinciliklerini o ülkelere kaptırmamak için! İşte bu küresel politika “Batı’nın merdiveni itme stratejisi”dir, kısaca “MERİT” stratejisidir.
II) Nedir Merit Stratejisi?
Şimdi bu stratejinin mahiyetini, ana hatlarıyla, biraz daha yakından görelim.
İktisadî
tarih ortaya koymuştur ki bir ülke gelişme bakımından diğer ülkelerin
önüne geçince, “sahip olduğu iktisadî ve siyasî gücü, kendisinden geride
olan ülkelerin gelişmesini önleyerek koruma ve daha ileri gitme”
şeklinde bir strateji uygulamaktadır. İngiltere’nin, sanayileşmesini
gerçekleştirdiği ve bir süper güç haline geldiği XVIII. ve XIX.
yüzyıllarda yaptığı budur. Günümüzde ise ABD Türkiye gibi henüz
sanayileşememiş ülkelere karşı aynı stratejiyi uygulamaktadır. G-7
içinde yer alan Almanya, Fransa, İngiltere gibi diğer Merkez ülkeler de
bu çorbada tuzlarını eksik etmemektedir. Başka bir deyişle gelişmiş
ülkeler az gelişmiş ülkelere karşı “merdiveni itme” stratejisi uygulamaktadır. Nasıl bir stratejidir bu? İşte yanıtı: Sanayileşmiş
bir ülke; zenginliğinin doruğuna ulaştığı zaman, başka ülkelerin kendi
bulunduğu mertebeye erişmesini engellemek için, oraya tırmanmasını
sağlayan merdiveni iter. O ülkelerin, kendisinin vaktiyle uygulamış
olduğu gelişme politikalarına başvurmasını engeller.
Bu
stratejinin bir diğer yönü de şudur: Zengin ülkeler günümüzde bile, o
sakladıkları “merdiven”i çıkarıp kendi ekonomileri için de
kullanıyorlar; örtülü olarak ya da başları sıkıştığı, menfaatleri
gerektirdiği her defasında devletçi ve korumacı politikalara
başvuruyorlar.
Söz
konusu strateji elbette “homojen” değildir; şu anlamda ki “hedef alınan
ülke”nin ekonomik gücüne göre farklılaştırılmış olarak uygulanmaktadır.
Bu bakımdan konunun hedef-ülkenin güç derecesi ölçütüne göre analiz
edilmesi gerekir, şöyle: Sömürgeler, yarı bağımsız ülkeler, rakip ülkeler. Uygulanan “merdiveni itme” (kısaca merit) stratejileri ise sırasıyla şunlardır: Yasaklama, eşitsiz antlaşmalar, teknolojik engelleme[ii].
III) Beş Silah
Türkiye;
Atatürk aramızdan ayrıldıktan sonra, özellikle de 1980’den sonra
düşürüldü Batı’nın (Derin Merkez’in) bu hain tuzağına. AKP iktidarında
ise en “parlak” dönem yaşanıyor. Derin Merkez bir merdiveni itme
stratejisi olarak Türkiye’ye karşı genellikle “eşitsiz anlaşmalar”
yoluna başvurmuştur. Bu çerçevede çeşitli –ekonomik, siyasal nitelikte-
silahlar kullanmıştır. Bu silahlarla hem Türkiye’yi yeniden, sömürüye
elverişli hale getirmiş, hem de sanayileşmesini, kendilerine rakip bir
güç haline gelmesini önlemiştir.
a) Bu silahlardan İlki serbest mübadeledir.
Serbest mübadele ikna etmekten zor kullanmaya kadar çeşitli yollardan,
Avrupa Birliği gibi sözde bütünleşme girişimleri kullanılarak
dayatıldı. Türkiye 1963 Ankara Antlaşması ve 1995 Gümrük Birliği
Antlaşması ile, kapılarını serbest mübadeleye ardına kadar açtı. Oysa
bugünün sanayileşmiş ülkeleri serbest dış ticaretle ve serbest finans
hareketleriyle zenginleşmemişlerdir, özellikle ilk birikimleri ve ilk
sanayileşme atılımları sırasında yoğun devlet müdahalelerine
başvurmuşlardır. Bu ülkeler bugün bile gerektiği zaman devlet
müdahalesine başvuruyor, bazı alanlarda devlet sanayiciliği yapıyorlar.
Türkiye’de ise engelleme yoluna gidiyorlar. Son krizde ABD’de kurtarılan
bankaları hatırlayalım, Türkiye’de 2001 krizinde ise Demirbank’ın nasıl
batmaya terk edildiğini...
b) İkinci silah borçlandırmadır.
Derin Merkez Türkiye gibi ülkeleri iki sebepten dolayı borçlandırıyor:
Merkez ülkelerinde mal bolluğundan başka sermaye bolluğu da vardır. Bu
fonların değerlendirilmesi gerekir. Nasıl? Çevre ülkelerine kredi
açarak, oralardan faiz geliri elde ederek… İkinci sebep, siyasîdir.
Ünlü sözdür: Borç alan, emir alır. Batı borçlandırmayı 200
yıldır bu amaçla da kullanıyor. Böylece Derin-Merkez iki hedefine de
ulaşmış olur: Kurban ülkenin gelirlerini sürekli olarak -kan emer gibi-
faiz şeklinde emerler. Her kredi açtıklarında da basiretsiz,
teslimiyetçi hükümetlerden, istedikleri her türlü ödünü alırlar.
Borçlandırma
emperyalist ülkelerin eski bir stratejisidir. Osmanlı’ya boyun eğdirmek
için de bu aracı kullandılar. Türkiye’yi Atatürk’ten sonra, özellikle
1980’den sonra yeniden borç batağına ittiler. Devleti, özel sektörü,
hatta –satın aldıkları bankalar aracılığı ile son yıllarda- halkı da
borçlandırdılar. Teslimiyetçi hükümetler kredi alabilmek için, batılı
kapitalistlerin her dediğine boyun eğdiler. Yeni kredileri yeni
-siyasal, ekonomik- ödünler karşılığında alabildiler. Kendi koşullarının
gerektirdiği politikaları değil, Batı’nın Merit stratejisinin
gerektirdiği politikaları uyguladılar.
c) Çirkin Batı’nın - üçüncü silahı özelleştirmedir.
Özelleştirme Liberalizm’in bir gereğidir. Liberalizm ekonomide devletin
rol almasına karşıdır. Bu da kamu işletmeleri satılarak, yani
özelleştirilerek sağlanır. AB ve IMF-Dünya Bankası tarafından
dayatılmıştır Türkiye’ye. Öyle görülüyor ki asıl maksat, kâr getiren
şirketlerin yabancılara çok düşük fiyatlarla satılmasıdır. Bundan başka,
borca batmış hükümetler iktidarlarını sürdürmek için paraya muhtaçtır,
bunu normal yollardan sağlayamayınca, kurtuluşu kamuya ait tesisleri
satmakta bulurlar. Türkiye’de özelleştirme AKP iktidarında adeta bir
çılgınlık, bir felaket boyutuna ulaşmıştır. Bankalar, en stratejik
tesisler yabancılara satılarak, ülke ekonomisi savunmasız
bırakılmaktadır. Batı’da, İngiltere, Fransa, Almanya sanayileşirken
böyle mi yapılmıştır? Bankalarını, stratejik tesislerini satmışlar
mıdır? Türkiye’de ise sattırılmıştır, teşvik edilmiştir.
d) Derin Merkez’in dördüncü silahı yabancı sermayedir.
Özelleştirmelerle birlikte ülkeye yabancı sermaye girişi de artar. Çoğu
zaman hedef yukarda belirttiğim gibi özelleştirmeye açılan tesisleri
ele geçirmektir, ülke pazarına girmektir. Oysa yabancı sermayenin bir
ülkeye ne kadar faydası varsa, belki ondan daha fazla zararı vardır. Bu
yoldandır ki Türkiye’de ekonomi millî olmaktan -yani Türk milletine ait
olmaktan- hızla uzaklaşmaya, yabancılaşmaya başlamış, en stratejik
sektörler, bankacılık, sigortacılık, iletişim, ticaret sektörleri,
önemli oranda ulus-ötesi şirketlerin malı olmuştur. Söyleyin, böyle bir
ekonomiden sanayileşme, kalkınma beklenir mi? bakın Amerikan iktisat
tarihine, ilk işleri sömürgeci İngiliz sermayesini ülkelerinden kovmak
olmuştur. Bugün de stratejik bir tesis söz konusu olunca, yabancı
sermayeye asla geçit vermiyorlar; Fransa’da, Almanya’da da böyledir.
e) Beşinci silah toprak sattırmaktır.
Osmanlı çöküş yıllarında İngiliz taleplerine boyun eğerek topraklarını
yabancılara satmaya başlamıştı. Atatürk bu satışları neredeyse tamamen
yasaklamıştır. Ne var ki yabancıya toprak satışları AKP iktidarı ile,
Temmuz 2003’den itibaren yeniden büyük bir ivme kazandı. AKP neden gerek
gördü buna? İki sebepten dolayı: Birincisi, tıpkı İngiltere’nin
Osmanlı’ya yaptığı gibi Avrupa Birliği de AKP hükümetine dayattı
yabancıya toprak satışını, o da aynı şekilde boyun eğdi. İkincisi,
hükümet gelir yaratmada başarısız olduğu için işin kolayına giderek,
toprak satışlarını bir finansman aracı olarak gördü. Oysa yabancıya
toprak satışının son derecede olumsuz etkileri vardır. Birincisi millî
servet kaybıdır. Yabancıya toprak satışının başka birçok sakıncası
vardır. En tehlikelisi ülkede yeni bir azınlık nüfusun oluşmasıdır[iii].
Bir de Avrupa ülkelerinin uygulamalarına bakın, çoğu mülkiyeti
devretmiyor, tarım alanlarına yabancıları sokmuyorlar. Sonra sormak
lazım: Batı ülkeleri, Türkiye’nin bugünkü gelişme düzeyinde iken,
topraklarını yabancılara satmışlar mıdır?
f)
Çirkin Batı kendisi bütünleşirken, rakip ülkeleri çözülmeye
itmektedir. Bu amaçla altıncı silahını kullanır: Örneğin bir hedef ülke
olarak Türkiye’de –demokrasi, insan hakları gibi değerleri kullanarak- azınlık ve etnisite sorunları
yaratır. Azınlık ve etnisite olgusu Liberalizm’le çatışmaz. Serbest
rekabet -dayanışmanın aksine- farklılıkla beslenir, bu bakımdan kendi
dünya görüşleri içinde tutarlıdırlar, ancak bir taşla iki kuş
vuruyorlar: Derin-Merkez, bu merkezin aracı olan emperyalist devletler
farklılıkları teşvik eder. Türkiye’de propagandası yapılan “mozaik”
yakıştırması, etnik özelliklerin öne çıkarılması bu tutumun ürünüdür.
Derin-Merkez yalnız mevcut farklılıkları kullanmakla kalmaz, yeni
farklılıklar da yaratmaya çalışır. İhtiyacına göre “azınlık” kavramını
değiştirir, içini istediği şekilde doldurur, boşaltır.
‘***’
Merit stratejisi aslında Derin Merkez’in stratejisidir.
Bütün bu silahların tetiğindeki parmağın asıl sahibi hep aynı güçtür: Derin-Merkez’dir.
Derin
merkez en büyük küresel şirketlerin sahipleridir, yöneticileridir.
Kendilerinin sürekli büyümesi, zenginleşmesi için, kendileri dışındaki
dünyanın, sanayileşmeleri engellenmiş ulus-devlet ekonomilerinin
gelişmemesi gerekir. Onlar hep birer pazar olarak kalmalıdır, hep birer
hammadde kaynağı olarak kalmalıdır.
Derin Merkez kendini gizler, görünmez; öne taşeronlarını sürer,
O taşeronlara uygulatır, gizli stratejisini:
ABD
yönetimine uygulatır, diğer kapitalist ülke hükümetlerine, Avrupa
Birliği yöneticilerine, aramızdaki işbirlikçilerine uygulatır!
[i] M. Hilmi Yıldırım, “Sanayileşmeden Büyümenin Önemsizliği”, Yeni Mesaj, 16.10. 2012.
[ii] Bu stratejiler için bkz: Cihan Dura, “Merkez Ülkeler Merdiveni İtme Stratejisini Nasıl Uyguluyor?” http://www.cihandura.com/eski/index.php?option=com_content&task=view&id=264&Itemid=60
[iii] Yabancıya toprak satışının sakıncaları hakkında bakınız: Cihan Dura, “Türkiye'de Yabancılara Toprak Satışı Üzerine Gözlemler Ve Hipotezler”, http://www.cihandura.com/eski/index.php?option=com_content&task=view&id=47&Itemid=63