İki Mustafa Kemal vardır:
Biri ben, et ve kemikten… diğeri siz, ölümsüz olan.
MKA
Cihan Dura |
Tam Bağımsızlık İçin Kapitülasyonlar Kaldırılmalıdır
Millî
Mücadele devam ediyordu. Henüz barış antlaşması imzalanmamıştı. Ben o
yıllarda çeşitli mahfillerde konuşmalar yapıyor, kesin olarak tam
bağımsızlık istediğimizi tekrarlıyordum. Bunun için de kapitülasyonların
kaldırılmasının şart olduğunu vurguluyor, halkımı kapitülasyonlar
konusunda aydınlatıyordum. Şunları söylüyordum:
Kapitülasyonsuz Türkiye İstiyoruz
Bu
topraklar üzerinde tamamıyla bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye
istiyoruz. Büyük Millet Meclisi’nin hâkim olan prensibidir bu.
Kapitülasyonlar Türk milleti için son derecede nefret edilen bir şeydir.
Türkler kapitülasyonların sürdürülmesinin, kendilerini çok az bir
zamanda ölüme götüreceğini pekiyi anlamışlardır.
Bir Lütuf Olarak Verilen Kapitülasyonlar Bizi Mahvetti
Kapitülasyonlar
Türk milletinin bir hezimete uğraması sonucu değildi. Türkiye’ye zorla
kabul ettirilmiş bir boyunduruk değil, padişahlarımızın birkaç yabancı
devlete büyük bir lütuf ve cömertlikle sundukları bir armağan idi.
Devletler bu armağandan aleyhimize istifade ettiler. Kapitülasyonlar
ülkemizi yoksullaştırdı, harap etti. Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka
bitirir. Osmanlı devleti ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları
bunun en büyük kanıtlarıdır.
Kapitülasyonlar Osmanlı Devleti’nin Bağımsızlığını Yok Etti
1923 Ocağında İzmit’te yaptığım konuşmada halkımı kapitülasyonlar konusunda şöyle aydınlattım: Osmanlı Devleti Uhudu Atika
namı altında birtakım kapitülasyonlarla acze düşmüştü. Hıristiyan
unsurlar birçok ayrıcalıklara ve istisnalara sahip bulunuyordu. Bir
devlet kendi ülkesinde bulunan yabancılara yargılama hakkını
uygulayamazsa, bir devletin kendi halkından aldığı bir vergiyi
yabancılardan alması yasaklanmış bulunuyorsa, bir devlet kendi hayatını
kemiren, kendi içindeki unsurlar hakkında önlemler almaktan men
edilirse, böyle bir devletin egemenliğine sahip bağımsız bir devlet
olduğuna inanmak doğru olur mu?
Devlet Birçok Kamu Hizmetini Yapmaktan Men Edilmişti
İşte
böyle bir durumda idi Osmanlı Devleti. Ve bu kadar da değildi. Osmanlı
Devleti’nin, kendisini kuran asli unsurun, milletin insanca yaşamasını
sağlayacak araçlara başvurması da yasaklanmıştı. Ülkeyi imar edemez,
demiryolu yaptıramaz, yaptırmaya giriştiği zaman derhal yabancılar
müdahale eder ve hatta bir okul yapmak istediği zaman bile müdahaleye
maruz kalırdı. Kayda değer ki, bütün bu kötülükler, milletin boynuna
geçirilmiş bütün bu zincirler, milletimizin herhangi bir hastalığından,
devletin zaafından ileri gelmiş değildir. Tam tersine, bütün bu
tutsaklık zincirleri devletin en kuvvetli, en kudretli olduğu bir
zamanda boynumuza, devletin boynuna geçirilmiştir. Fatih’lerden başlar,
Selim’ler ve Süleyman’lar zamanında pekiştirilir.
Bu Durumun Sebebi Devlet Anlayışında İdi
Efendiler,
bu durumun hikmetini devlet kavramını anlayış şeklinde aramak lazımdır.
Biliyorsunuz ki taç sahipleri, hükümdarlar ve özellikle kendilerine
"Allah’ın gölgesi" diyen, “Allah tarafından destekleniyorum” diyen,
veraset ve hak yoluyla mülk ve devletin sahibi diyen padişahlar; ülkeyi
kendi malikâneleri ve aslî unsur olan milleti de yine Allah tarafından
kayıtsız şartsız emirlerine itaat ettirilmiş bir kitle kabul ederler.
Bundan başka padişahların çevresinde birtakım çıkarcılar bulunur ki,
onlar da padişahın lütuf ve sevgisine, teveccühüne, himayesine erişmek
için bu anlayış tarzını türlü şekillerde yorumlar ve ona anlam verirler.
Bütün bu anlayış ve yorumlar karşısında masum millet, gerçekten bunun
doğru olduğunu, din gereği olduğunu kabul ve zanneder. İtiraz etmeden de
gösterilen herhangi bir belirsiz hedefe yürümekte devam eder.
Osmanlı Padişahları Milletin Kaynaklarını Yabancılara Açtılar
İşte
Osmanlı padişahları, milletin bu anlayışından yararlanarak milletin
hakkı olan, milletin şerefiyle, onuruyla ve bütün varlığıyla ilgili olan
birçok kaynağı, birçok hukuku armağan olarak, ihsan olarak yabancılara
vermekte tereddüt etmemişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı devletini mahveden,
yok eden, bu devletin gerçek kurucusu olan milleti sefaletten sefalete,
felaketten felakete sevk eden bütün bu ayrıcalıklar; bütün bu
antlaşmalar hep padişahların ihsan ve hediyeleriyle vuku bulmuştur.
İmtiyazlar Zamanla Arttı Ve Kazanılmış Hakka Dönüştü
Biliyorsunuz
ki, ilk kapitülasyon Fatih zamanında, İstanbul’da oturan Cenevizlilere
verilmiş ve hemen ardından genişletilmiş ve başka milletleri de içine
almıştır. Yine çok iyi biliyorsunuz ki, milletin içinde yaşayan
Hıristiyan unsurlara imtiyaz, aynı tarihte verilmiştir. Fakat bu
imtiyazlar –ki doğrudan doğruya milletin yaşamsal kaynaklarıyla
ilgilidir- verile verile o kadar büyüdü ki, millet, sırtına yüklenen bu
yükün altında kıvranmaya ve tahammül edememeye başladı, güçsüz kaldı.
Fakat millet ve devlet zaafa uğradıktan sonra bir zamanlar armağan ve
ihsan olarak verilmiş olan bu ayrıcalıklar, alanlar tarafından
kazanılmış bir hak olarak görüldü ve bu kazanılmış hakları yalnız
muhafaza ile kanaat etmediler. Belki artırmak için her türlü araca
başvurdular. Her türlü tehdit ve tahakküme kalkıştılar.
Ardından Borçlanmalar Başladı
Efendiler,
hayatı görkem ve gösteriş içinde geçirmeye alışan bu padişahlar ve
yakınları, sarayları ve bütün ileri gelenleri, artık ne olursa olsun
bütün bu debdebe ve gösterişi devam ettirmenin zorunlu olduğu kanaatinde
bulunuyorlardı. Onun için devletin hakiki kaynaklarını kuruttuktan
sonra, muhtaç oldukları parayı dışarıdan tedarike kalkıştılar. Ve bunun
için milletin bütün menfaatlerini sınırlamak suretiyle, onur ve şerefini
feda etmek suretiyle çok sayıda borçlanmaya başvurdular. O kadar ki,
devlet bunların faizlerini bile ödeyemeyecek bir duruma geldi ve
sonunda, dünya gözünde iflas etmiş sayıldı.
Hıristiyan Unsurlar Birçok Ayrıcalığa Sahipti Ve Güçlü Devletlerce Korunuyordu
O halde
Osmanlı Devleti’nin son dakikaya kadar geçirdiği aşamaları görmek
istersek, diyebiliriz ki, ülke içinde bütün Hıristiyan unsurlar; aslî
unsurların çok üzerinde birçok istisna ve ayrıcalıkları olan, devleti
mahvetmek için her türlü özel teşkilata sahip, dışarının sürekli teşvik
ve himayesine mazhar, devlet ve hükümet ise bunu men etmekten âciz...
Çünkü gerçekten âciz ve önemsiz bir hale gelmişti ve çünkü bütün bu yok
edici girişimlerin dayanak noktası, dışardaki birtakım kuvvetli
devletlerdi. O devletler hem bir taraftan içerdeki unsurları, devlet ve
ülkeyi tahrip etmeye ve birtakım bağımsızlıklar meydana getirmeye teşvik
ediyor, harekete getiriyor; bir taraftan da onların adı ve hesabına
müdahale ediyor, çalışıyor ve bu şekilde bütün dünya gözünde Osmanlı
Devleti’nin hiçbir değeri, erdemi ve bir onuru kalmıyor. Uluslararası
hukuktan ve devlet onurundan hiçbir şey kendisinde farz edilmiyor. Âdeta
himaye ve vesayet altına alınmış bir devlet ve bir heyet gibi farz
olunuyordu.
Millet Bu Duruma Karşı Çıktı, Sonunda Lozan’a Çağrıldık
İşte bu
acı manzaranın son aşaması olmak üzere ülke ve millete son darbeyi
indirmeye hazırlandıkları sırada, ülkenin başında bulunan saray, Babıâli
ve bütün mensupları o düşmanlarla birlik olarak milletin başına
musallat oluyor; en son cinayeti işliyorlardı. Fakat arkadaşlar! Ölmüş
sanılan millet, mahvolmuş sanılan bu ülke yeniden bütün yaşamsal
yeteneğini gösterebilecek bir duruş alıyor. Bütün kadınlarıyla,
erkekleriyle, ihtiyarlarıyla el ele vererek, kendisinin dünyada var
olduğunu bir kere daha kanıtlayacak harikalar gösteriyor. İşte o
harikaların doğal sonucu olmak üzere sonunda Lozan Konferansı’na davet
ediliyoruz. Fakat esasen bizden sorulacak hiçbir hesap yoktur. Esasen
geçmişe ait hataların gerçek faili biz değiliz. Bu böyle olmakla
beraber, dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşüyor. Millet ve ülkeyi,
gerçek bağımsızlığına ve egemenliğine sahip kılmak için çalışmak
zorunluluğu bizim üzerimizde kalıyor.
Bir Daha Dirilmemek Üzere Yokluğa Gömüyoruz Kapitülasyonları
Ve günü
geldi, kapitülasyonların kaldırılışını müjdeledim halkıma. Dedim ki,
ticaret hakkındaki düşüncelerimi iki şekilde belirliyorum. Biri bugüne
ait ve bugünün gerektirdiği düşünceler, diğeri geleceğe ait yani
barıştan sonra milletin arzu ve emellerine ait düşünceler… Eğer bugün
için ticaretimiz hakkında ne düşünüyorsun diye sorarsanız, bu soruya tek
bir yanıt vereceğim. Bugün için düşündüğüm tek şey kapitülasyonlardır.
Maddi ve fiili olarak, kanla kaldırılmış olan kapitülasyonların bir daha
dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini sağlamaktır. Ticaretimizin de,
sanayimizin de, her türlü ekonomimizin de gelişmesi ve yükselmesi ancak
bununla mümkündür.
Artık Kapitülasyonlar Yoktur Ve Olamaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.