“Kendine devrimin ve devrimciliğin çeşitli ve yaşamsal görevler verdiği
Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı her zaman üzerinde dikkatle durulacak
ulusal sorunumuzdur. Çünkü Cumhuriyet, düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan
güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.”
Cumhuriyet Türkiye’si özellikle
askeri ve ekonomik alanlarda başarı kazanmak zorundaydı. Bu başarının
kazanılabilmesi için başta sağlıklı insan gücüne ihtiyaç vardı. Bunun
bilincinde olan Atatürk, sağlık hizmetlerinin batılı ve çağdaş anlamda
bir devlet
görevi olarak ele alınmasını isti-yordu. O günlerde bulaşıcı ve salgın hastalıklardan
kurtulmak için verilecek savaş,
düşmandan
kurtulmak için verilecek savaş kadar önemliydi. Balkan, 1. Dünya Savaşı ve
Kurtuluş Savaşı yılları sonrasında ekonomik çöküntü ve bulaşıcı hastalıklar olabildiğince
yaygındı. Ülke çok ağır kolera, tifo, tifüs ve benzeri salgın hastalıkları yaşamış,
gerek ordu gerekse sivil halkta büyük kayıplar verilmişti. Ülkede doktor sayısı
az, hastane sayısı sınırlı ve parasal olanaklar yok denecek kadar azdı. 1920’de
10 milyon dolayında nüfus ve Anadolu’da 3 milyon trahomlu vardı. Nüfusun
neredeyse yarısı sıtmalıydı. Ülke yanmış, yıkılmış ve harap haldeydi.
Atatürk çağdaş uygarlık yolunda yürüyecek bir
ülkenin insanlarının sağlıklı ve eğitimli olmasının gerektiğini gören bir
vizyonla yeni Cumhuriyetin, eğitim ve sağlık hizmetlerini öncelikli olarak ele alması
direktifini vermişti. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ilk yapılan bakanlık binaları
arasında Sağlık Bakanlığı vardır. Birinci ve ikinci 5 yıllık kalkınma programlarında
sağlık sorunlarına önemli bir yer verilmiş, nüfusun artırılması yolları aranmıştır.
Öncelik, bulaşıcı ve salgın hastalıklara verilmiş çok kısıtlı parasal imkanlar,
yol, motorlu araç, bina, ekipman ve benzeri zorluklara ve yetersizliklere
rağmen pek çok şey yapılmıştır. Cumhuriyet döneminin önemli devlet adamlarından
biri olan Dr. Refik Saydam, Atatürk’le birlikte Samsun’a çıkmış, tüm Kurtuluş
Savaşı boyunca Atatürk’ün yanında olmuş ve 10 Mart 1921’den başlayarak Cumhuriyet
döneminde 15 yıla yakın sürdürdüğü Sağlık Bakanlığı görevi ile Cumhuriyetin
sağlık politikasına kalıcı damga vurmuştur.
Dr. Refik
Saydam’ın Sağlık Bakanlığı dönemindeki ilk uygulamaları arasında Eylül 1922’de
kızların tıp fakültesine alınması kararı ile kadının hekimliğine doğru devrimci
adımlar atılmıştır. Dr. Refik Saydam 1925’te kendi el yazısıyla hazırlamış olduğu
bakanlık çalışma programının ana hatlarını şöyle çizmiştir;
1. Devlet
sağlık teşkilatını kurmak,
2. Çok
sayıda hekim, sağlık memuru, ebe ve hemşire gibi sağlık personeli yetiştirmek,
3. Numune
hastaneleri, kadın doğum ve çocuk hastaneleri açmak,
4. Verem
sanatoryumu açmak,
5. Sıtma,
frengi, kuduz, trahom ve benzeri hastalıklarla mücadele etmek,
6. Sağlık sosyal
yardım teşkilatını köylere kadar götürmek,
7. Merkez
Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulunu kurmak.
Sağlık
hizmetleri yolundaki dev adımlar eğitim seferberliği ile birlikte yan yana sürdürülmüştür.
Ama ne var ki bütün bunlar
hiçte kolay
olmuyordu, iç ve dış engeller vardı. Para
ve teknoloji ise yoktu. Dr. Refik Saydam ve ekibinin ilk odaklandığı alanlardan
biri sağlık kurumları olmuştur. 1923 yılında 86 sağlık kurumu ve 6.437 yatakla
hizmet verilirken 1930 yılında 182 kurum ve 11.398 yatağa çıkılmıştır. 1923’te
ülkedeki sağlık personeli sayısı ise 344 hekim, 69 eczacı, 560 sağlık memuru136
ebe ve 4 hemşire şeklinde idi. Çok sınırlı bir bütçeyle işe koyulan Dr. Refik
Saydam ve ekibi sağlık personelinin yetiştirilmesine ve istihdamına özel önem
vermiştir. Bu çalışmalar sonucu sağlık personeli sayısında belirgin bir artış
gözlenmiştir. 1935’e gelindiğinde 1.625 hekim, 135 eczacı, 325 hemşire, 451 ebe
ve 1.365 sağlık teknisyenine ulaşılmıştır.
Kapitülasyonların
tasfiyesi ile ortaya çıkan borçlar, göçmenler ekonomik sorunları daha da
ağırlaştırıyordu. Bu şartlar altında savaş
dönemi yöntemleri uygulanması zorunlu hale gelmişti. 1923’te 369 sayılı
hekimlere mecburi hizmet getiren yasa çıkarıldı. Ancak bu sayede birçok ilçeye hükümet
tabibi gönderilebildi.
Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında, tarihte, Hitit, Frigya, Lidya gibi uygarlıkların sönmesinde
rol oynadığı bilinen sıtma hemen
ülkenin her
yerinde görünmekteydi. O yıllarda verilen rakamlarda Samsun bölgesinde %70,
Ordu ilinde %50, Antalya’da
%70 ve
askerlerimiz arasında %40 oranında sıtmalı rapor edilmişti. Bu tablo karşısında
sıtma ulusal bir dava olarak ele alınmış ve bir seferberlik başlatılmıştır.
1926’da hekimlerin 3 ay sıtma enstitüsünde staj yapması ile sıtma savaş yasa ve
önlemleri bu doğrultudaki çalışmalara hız kazandırmıştır. Böylece başlatılan
sıtma mücadelesinde büyük başarılar kazanılmış ve 1940’da sıtma oranı %11’e düşürülmüştür.
Trahomla mücadelede az gelişmiş doğu ve güney doğu illerinde gezici hekimler oluşturulmuş
ve ücretsiz ilaç dağıtılmış ve önemli başarılar elde edilmiştir. Frengi hastalığı
için de ücretsiz ilaç dağıtılmış ve koruyucu önlemler alınmış, mücadelede özellikle
Umumi
Hıfzıssıhha Kanunu etkili olmuştur.
Dönemin bir diğer önemli hastalığı olan veremle mücadele adına 1930 yılında
Heybeliada’daki sanatoryuma 35 yataklı bir bölüm ilave edilmiş ve yatak sayısı
130’a çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminin idealist ve özverili kadrosu sağlıklı
bir toplumun yaratılması için koruyucu sağlık hizmetlerini, sağlık
hizmetlerinin temel politikası yapmıştır.
Tüm bu
çalışmalar kapsamında 1920 ve 1938 yılları arasında 49 yasa, 2 kararname, 12
tüzük ve 21 yönetmelik yürürlüğe
konulmuştur.
1921’de Frengi ile Mücadele Kanunu, 1925’de Sıtma ile Mücadele Kanunu
çıkarılmıştır. 1925’de I. Milli Tıp
Kongresi ana
konusu sıtma olarak, 1927’de II. Milli Tıp Kongresi ana konusu trahom olarak
belirlenerek toplanmıştır. Bugün halen yürürlükte olan ve laboratuvarımızın da tabi
olduğu 1927 tarihli Seriri
Tahhariyat ve Tahlilat yapılan Masli Teamüller Aranılan Umuma Mahsus
Bakteriyoloji ve Kimya Laboratuvarları Kanunu ile laboratuvar hizmetleri düzenlenmiştir. Dr. Refik
Saydam döneminde çıkan önemli kanunlardan bir diğeri ise halen yürürlükte olan “tababet ve şuabatı sanatlarının
tarzı icrasına dair kanun”dur. Hekimlik
mesleğinin uygulama alanını düzenleyen bu kanun hazırlanırken gelişmiş ülkelerdeki
benzer yasalar örnek alınmıştır.Bugün bile temel yasalar arasında olan 1930
yılındaki 1593 sayılı Umumi
Hıfzıs-sıhha Kanunuo yılların
önemli düzenlemeleri arasındadır. Hıfzıssıhha yasasında halk sağlığını korumak
için gerekli çağdaş önlemler yer almıştır. Dönemin bir diğer önemli gelişmesi
Merkez Hıfzıssıhha Kurumunun oluşturulması ile ilgili bir kanunun yürürlüğe
girmesi olmuştur.
10 Mayıs 1928 tarihinde Meclise gelen tasarıya göre halk
sağlığının korunması için bilimsel gelişmelerin izlenmesi gerektiği, bu yüzden
de uzmanlardan oluşan bir kuruma gereksinim olduğu belirtilmiştir. Bilimsel
araştırmalar için Sıhhiye
Vekaletinin teknik bir
birimi olarak çağdaş modern laboratuvarlarla donanmış Hıfzıssıhha Kurumunun oluşturulması uygun görülmüş, bunun
ülkemizde salgın hastalıklarla mücadelede yararlı olacağı ifade edilmiştir. Ankara’da
kurulacak bu kurumun en modern cihazlarla donatılacağı, böylece hem dışarıdan
gelen her türlü ilacın kontrol altına alınacağı hem de teknik gelişmeleri izlemede
yetersiz kalan hekim ve hekim adaylarının buradan yararlanabileceği belirtilmiştir.
Tasarı 17 Mayıs 1928 günü Meclis oturumunda kabul edilmiştir. Hıfzıssıhha
kurumunda öncelikle kimya, bakteriyoloji, immunobiyoloji ve farmakoloji
birimleri oluşturulmuş ve ilk etapta 14 uzman ile
40 yardımcı personel görev almıştır. O yıllardaki vizyona, kuruluş yıllarında
oluşturulan ve halen kullanılan kurumdaki
özel konferans salonu ve geniş kapsamlı kütüphane örnek gösterilebilir
.
Hıfzıssıhha
müessesesinin görev alanı ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda genişletilmiş,
1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG aşısı üretimine başlanılmış, 1932
yılında serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan
serum ithali durdurulmuştur. 1933 yılında, Sample Metodu ile kuduz aşısı
üretimine başlanmış, 1934 yılında İstanbul Aşıhanesi, Hıfzıssıhha bünyesine nakledilerek
çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirilmiştir.
1935 yılında,
farmakoloji şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçların kontrolüne geçilmiştir.
1936 yılında Hıfzıssıhha Okulu
açılmıştır.
1937 yılında kuduz serumu, 1942 yılında da tifüs aşısı ve akrep serumu
üretimine başlanılmıştır. 1947 yılında
Biyolojik Kontrol
Laboratuvarı kurulmuş, enstitü bünyesinde bir aşı istasyonu açılmış, bu yıldan
itibaren deri içi (intrader-
mal) BCG
aşısı üretimine geçilmiştir. 1948 yılında ülkemizde ilk olarak boğmaca aşısı
üretimine başlanmıştır. 1951 yılında ilk kez antibiyotiklerin ve bazı
vitaminlerin kalite kontrolüne başlanılmıştır. 1951’de Tüberküloz Teşhis
Laboratuvarı kurulmuş ve izleyen yıllarda yurdun çeşitli bölgelerinde 21 adet
Bölge Tüberküloz Laboratuvarı hizmete alınmıştır. 1954 yılında İlaç Kontrol Laboratuvarları
yeniden yapılandırılmıştır. 1956 yılında tetanoz aşısı daha modern metotlarla
üretilmeye başlanılmıştır. 1958 yılında ilk kez frenginin modern yöntemlerle
teşhisi ele alınmıştır.
Bulaşıcı hastalıklardan korunmada en etkin ve en ucuz
yöntem aşılamadır. İlk kuruluş yıllarında o günün koşulları ile ülkenin
ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde aşı ve serum üretiminin bugünün Türkiye’sinde tümüyle
ithalata dayalı olarak karşılanması düşündürücüdür. Cumhuriyetin kuruluş
yıllarında harap, yorgun bir ülkede, uzun savaş yıllarının
her türlü
imkansızlıklarına karşı uygulanan sağlık politikaları ve sonuçlarına bakıldığında
dönemin büyük başarılarla dolu
olduğu
görülür. Cumhuriyet dönemi sağlık politikasının çizilmesi Atatürk’ün çevresindeki
bir avuç inançlı ve kararlı bir kadronun gönülden coşkulu bir ruhla yürüttükleri
büyük çabalarla başarılmıştır. Her alanda olduğu gibi sağlık alanında da
cumhuriyetin kadrolarına çok şey borçluyuz
Düzen
Laboratuvarlar Grubu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.