Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğunda, Türk Hava Kuvvetleri yalnızca 3 bölükten ibaretti.
Bölükler İzmir, Afyon ve Bandırma’da idi. Bir Deniz Hava Bölüğü de İzmir’de
bulunuyordu. Havacılık alanında yaşanan gelişmelerin oldukça gerisinde
kalmıştık. 1. Dünya Savaşı sırasında tüm dünyada 165.000 (yüz altmış beş bin)
uçak üretilirken, Osmanlı Devleti’nin envanterine topu topu 300, Alman Paşa
Bölükleri de dahil edilirse 450 uçak girmişti.
Bağımsızlığını
kazanan genç Türk Cumhuriyeti’nin egemenliğini sürdürebilmesi ve düşman gözleri
ülkeden uzak tutması için güçlü bir hava kuvvetine sahip olması mutlak bir
zorunluluktu. Cumhuriyet’i kuran önderler ve aydın kesim gerek 1. Dünya Savaşı,
gerekse Milli Mücadele sırasında bu gerçeği görmüşlerdi. Atatürk, “İstikbal
göklerdedir. Göklerini koruyamayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar!”
sözüyle bu gerçeğin altını çiziyordu.
Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda gerek
askeri ve gerekse sivil havacılığa Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak büyük
önem verilmeye başladı. Bunun ilk adımı, gerekli personelin eğitim için yabancı
ülkelere gönderilmesi, yabancı ülkelerden öğretmen getirilmesi ve modern
uçaklar satın alınmasıydı. Bir sonraki adım ise 16 Şubat 1925 tarihinde kurulan
“Türk Tayyare Cemiyeti” oldu. Başlıca gelir kaynakları Tayyare Piyangosu
(bugünkü Milli Piyango), zekat, fitre ve kurban derileri, çeşitli imtiyazlar ve
Türk halkının yaptığı bağışlar olan Türk Tayyare Cemiyeti yalnızca üç ay içinde
yurt genelinde 100 şube açtı. Yapılan bağışlarla orduya kazandırılan uçak
sayısı 1936’da 300’ü geçecekti.
Ne var ki
tüm bu gelişmeler yine de yetersizdi. Güçlü ve bağımsız bir devlet olmak,
ayakları yere basan bir dış politika yürütmek için güçlü bir orduya sahip
olmak; güçlü bir orduya sahip olmak için ise ulusal bir savaş sanayine sahip
olmak gerektiğini Atatürk çok iyi özümsemişti. Kendi silah sanayini
geliştirmeyen bir ülke, diğer ülkelerin insafına kalmış demekti. Bu
düşünceyi Atatürk’ün, “Fakat aynı zamanda sanayimizi de güzelleştirmek,
geliştirmek zorundayız. Eğer sanayi konusunda hoş görür olmaya devam edersek,
endüstri ürünleri yönünden, yine dış ülkelere haraç vermek zorunda kalırız” sözlerinde
çok rahat görebiliriz.
Birinci
Dünya Savaşı’nın sonucu, Almanya açısından tam bir felaket olmuştu. Tüm
pazarlarını kaybettiği yetmiyormuş gibi, bir de ABD, İngiltere ve Fransa gibi
diğer emperyalist ülkelerin sırtına yüklediği ağır antlaşma şartlarının
zorluklarıyla boğuşuyordu. 28 Haziran 1919’da Paris’te imzalanan Versaille
Barış Antlaşması şartlarına göre zorunlu askerlik kaldırılmış ve Alman
ordusunun mevcudu 100.000 asker ile sınırlandırılmıştı. Üstelik Almanya’nın
denizaltı ve savaş uçağı üretimi de yasaklanmıştı. Almanya’ya yalnızca motor
gücü 180 beygiri aşmayan ve ancak eğitim ya da sivil amaçlı uçak üretme izni
verilmişti.
Savaştan
önce dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan Almanya’nın büyük silah
şirketleri, şimdi Versaille Antlaşması ile bağlandıkları bu zincirden bir
şekilde kurtulmanın yolunu aramaya başlamışlardı. Antlaşma koşulları gereği
artık Almanya’da üretim yapamazlardı. O halde geriye kalan tek çözüm,
üretimlerini yurtdışında sürdürebilecekleri ülkeler bulmaktı. Birinci Dünya
Savaşı’nda Almanya’nın müttefiki olan Türkiye, bunun için en uygun
adaylardandı.
Türkiye’nin İlk Uçak Fabrikası Kuruluyor
Almanya’nın ünlü uçak üreticisi Junkers
de (Junkers Flugzeug und Motorenwerke AG) dış ülkelerde üretim yapma
olanaklarını araştıran büyük Alman silah şirketlerinden biriydi. 1895 yılında
Hugo Junkers tarafından gazla çalışan cihazlar üretmek amacıyla kurulan
Junkers, 1912 yılında ilk aerodinamik tünelini kurarak havacılık çalışmalarına
başlamıştı. Şirketin adının duyulmasını sağlayan ise 1915 yılında düralümin
denilen bir malzeme kullanarak tamamen metalden yapılan ilk uçak olan J1’i
geliştirmesiydi. Savaş uçakları konusunda büyük bir bilgi birikimi ve deneyimli kadroları vardı. Şimdi ise bu bilgi birikimini korumak, yetişmiş kadrolarını işler halde tutabilmek için var gücüyle diğer ülkelerde yatırım yapmanın yollarını arıyordu. Junkers'de gereken teknoloji, Türkiye'de ise anlaşmalarla kısıtlanmamış bir hükümet vardı. Bu yüzden, kendi ulusal uçak sanayini kurmak isteyen Türk Hükümeti ile Junkers'in ilişki kurması fazla uzun sürmedi.
1925 yılının
Mart ayında Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi olarak atanan Kemaleddin Sami Bey,
Ankara hükümetinin bir uçak fabrikası kurma arzusunda olduğunu bildiğinden Alman
firmalarında incelemelerde bulunuyordu. Bu kapsamda Junkers fabrikasını da
gezmiş ve izlenimlerini içeren ayrıntılı bir raporu Dışişleri Bakanlığı
aracılığıyla Bayındırlık Bakanlığı’na iletmişti. Raporunda Junkers’in üretim
kapasitesi ve teknik yeterliliği konularında bilgi veriyor ve firmanın
Türkiye’de bir uçak fabrikası kurmak için oldukça istekli olduğunu
belirtiyordu.
Junkers ile
yapılan görüşmeler kısa sürede olumlu sonuçlanmış, 15 Ağustos 1925 tarihinde
Türk hükümeti ve Junkers temsilcileri arasında Türkiye’de kurulacak fabrikanın
sözleşmesi imzalanmıştı. Kurulacak şirketin sermayesi 3.000.361 TL (7 Milyon
Mark) olacak ve taraflar arasında eşit olarak paylaşılacaktı. Türkiye’nin
payına düşen miktar birkaç yıllık periyotta düzenli aralılarla ödenecekti.
Fabrika üretime başlayana kadar geçecek sürede Türkiye’nin gereksinim duyacağı
uçaklar Almanya’dan satın alınacaktı. Junkers’e de patent bedeli olarak 4
milyon mark ödeme yapılacaktı. Türk hükümetinin o dönemki bütçesinin 100
milyon lira olduğu düşünülecek olursa, kendi payına düşen yaklaşık 1.5 milyon
liranın ne derece büyük bir meblağ olduğu ve bu işi ne derece ciddiye aldığını
göstermeye yeter.
Sözleşme
uyarınca Junkers ve Türk Hava Kurumu’nun ortağı olduğu şirketin adı TOMTAŞ
(Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi) olarak belirlendi. Şirketin 125.000
TL’lik ilk sermayesi de Türk Hava Kurumu tarafından karşılandı. Fabrikanın
yılda 250 uçak üretmesi hedefleniyordu.
İmzalar
atılmış, sözleşme yapılmış sıra fabrikanın kurulacağı yeri belirlemeye gelmişti.
Türk hükümetinin tercihi Kayseri olmuştu. Bunun başlıca nedeni, Milli
Mücadele’den alınan derslerdi. Milli Mücadele sırasında Batı bölgelerinde
bulunan sanayi ve askeri tesisler Yunanlılar tarafından kısa sürede işgal
edilivermişti. Oysa Kayseri, Anadolu’nun içerisinde stratejik bir bölgede
bulunuyordu. Herhangi bir savaş durumunda düşmanın etrafı dağlarla çevrili bir
ovadaki Kayseri’yi ve dolayısıyla TOMTAŞ’ı ele geçirebilmesi ya da bombalayarak
zarar vermesi diğer yerlere göre çok daha zordu. Seçimin Kayseri olmasının ana
nedeni, fabrikanın güvenliğini mümkün olduğunca üst düzeyde tutmaktı.
Ayrıca Eskişehir’e de bir tesis kurulacaktı. Bu tesisin görevi ise
uçakların ufak onarımları ve bakımları olacaktı.
Fabrikanın
inşa çalışmalarına kısa sürede başlandı. O tarihte demiryolu henüz Kayseri’ye
ulaşmadığından, fabrika için gereken malzemeler Almanya’dan deniz yolu ile
İskenderun’a getiriliyor, oradan trenle Ulukışla’ya ve oradan da develer ve
kağnılar ile Kayseri’ye ulaştırılıyordu. Junkers fabrikayı iki aşamada
tamamlamayı taahhüt etmişti. Buna göre fabrika 1926 sonbaharında onarım
yapabilecek duruma gelecek, 1927 yılında ise uçak üretimine başlayacaktı.
İnşa
çalışmalarının ilk aşaması söz verilen tarihte bitirildi. Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüştü Bey ve Milli Savunma Bakanı Recep Peker’in de katıldığı resmi
törenle TOMTAŞ 6 Ekim 1926’da açıldı. Toplam 6 hangardan oluşan ve 500 Kw’lık
bir güç santrali kurulan fabrikanın ilk aşamasında 50 Türk ve 120 Alman işçi
çalışıyordu. Fabrikada çalışacak Türk personel daha önce gruplar halinde
Almanya’ya gönderilerek gerekli eğitimi almışlardı.
TOMTAŞ Neden Kapandı?
TOMTAŞ çok
büyük beklentilerle kurulmuştu ama bir süre sonra sorunlar baş göstermeye
başladı. Junkers ekonomik sıkıntı içindeydi, anlaşmadan doğan yükümlülüklerini
yerine getirmekte zorlanıyordu. Türkiye’den önce Sovyetler Birliği’nde de bir
uçak fabrikası kurmuş, fakat buradaki fabrikanın maliyeti ilk hesaplamalarının
çok üzerine çıkınca finansal durumu giderek kötüleşmişti. Ayrıca
fabrikada çalışan Alman işçilere, Türk işçilerden daha fazla ücret verilmesi
huzursuzluklara yol açmış, bu durum Ankara hükümetini oldukça rahatsız etmişti.
Diğer yandan
TOMTAŞ’taki sıkıntının bir diğer kaynağı, daha fabrika kurulmadan önce,
TOMTAŞ’ın hedeflenen biçimde üretime geçmesi durumunda işlerinin bozulacağını
anlayan yabancı firmaların ortalığı bulandırma çabalarıdır. O yıllarda Türk
Hava Kuvvetleri envanterinin çoğunluğu Fransız ve Çek firmalarının uçaklarından
oluşmaktadır ama şimdi ellerindeki bu pazar Almanlara geçmek üzeredir.
Junkers ile
anlaşma imzalanmadan önce bile Bakanlar Kurulu’nda Almanya ve Fransa yanlıları
arasında tartışmalar yaşanmıştı. Fransa yanlıları, uçak fabrikası sözleşmesinin
Compagnie Franco-Roumaine’ye verilmesi için yoğun kulis çalışması yapmışlardı.
Onlara göre Fransız firmasının Türkiye’ye sunduğu teklif çok daha iyiydi.
Almanların sadakatsiz olduğunu ima ediliyor, Türkiye’nin çıkarlarının Berlin
yerine Paris’te olduğunu dile getiriliyordu.
Fransızlar
da dedikodu mekanizmasını kullanarak ortamı iyice kızıştırmaktadır: Junkers’in
uçakları çok pahalıdır, oysa Fransızların elinde TOMTAŞ’ta yapılan bakım
maliyetinin altına satın alınabilecek uçaklar bulunmaktadır! Aslında yoktur ama
TOMTAŞ’ın pazar payı kazanmasını istemediklerinden zararı göze alarak Türkiye’ye
maliyetinin altında uçak satarlar.
Sonuçta
Junkers, 3 Mayıs 1928’de 520.000 Lira karşılığında tüm haklarından vazgeçerek
hisselerini Türk Hava Kurumu’na devreder ve ortaklıktan ayrılır. Fabrika 1929
yılı boyunca kapalı kalmasına karşın bakım ve onarım işlerini sürdürür. 1931
yılında tamamen Milli Savunma Bakanlığı’na devredilen fabrika, Kayseri
Tayyare Fabrikası adıyla yeniden açılır. Ertesi yıl uçak üretimi için ilk
anlaşmasını Amerikan The Curtiss Aeroplane and Motor Company Inc. ile yapan
Kayseri Tayyare Fabrikası kapanana kadar çeşitli Amerikan, Alman, İngiliz ve
Polonya uçakları üretir. Fabrikanın ürettiği son uçaklar ise İngilizlerden
alınan lisans altında üretilen Miles Magister tipi eğitim uçakları olur.
TOMTAŞ
olarak başlayan ve Kayseri Tayyare Fabrikası olarak devam eden süreçte, 6 Ekim
1926’daki açılışından itibaren TOMTAŞ’ın ürettiği ve montajını yaptığı
uçakların sayısı ve modelleri şunlardır:
- 30 Adet A-20 L montajı,
- 3 adet F-13
- 24 adet Hawk II
- 8 Adet Fledgling 2C1
- 43 adet Gotha 145 A
- 4 adet P.Z.L.-24 A
- 21 adet P-24 G
- 27 planör (11 adet US-4, 11 adet PS-2 ve 5 adet G-9)
İkinci Dünya
Savaşı’nın ardından başlayan Amerikan Marshall yardımları kapsamında Türkiye’ye
bol miktarda ABD uçağı girmesi ile birlikte Türkiye üretmek yerine satın almayı
benimseyince fabrikada artık üretim yapılmaz. Hazıra alıştırılan
Türkiye’nin uçak üretimi konusunda kazandığı deneyimler de bir çırpıda heba
edilir. Kayseri Tayyare Fabrikası’nın tesisleri, uçak bakım ve onarımı amacıyla
1950’de Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi olur.
Oysa
Türkiye’den hemen önce Sovyetler Birliği’nde Junkers tarafından kurulan fabrika
heba edilmemiş, Ruslar bu fabrikayı daha da geliştirerek Sovyet hava sanayinin
temelini atmışlardır. Kubishev’de kurulan bu fabrika, Mig ve Tupolev gibi
havacılık tarihinin efsanelerin doğum yeri olacak, Junkers mühendislerinin
geliştirdiği jet motorları Sovyet/Rus teknolojisinin temelini oluşturacaktı.
Türkiye’nin Amerikan yardımlarına alıştırılıp üretimden vazgeçmesi, TOMTAŞ’ın
yaşatılamaması büyük bir kayıp ve başarısızlıktır.
Haber Kaynağı: Serenti.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.