1923-1929
Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu
Bu
dönem içerisinde devlet, direkt olarak ekonomik yatırımlara girmemekle beraber
çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemelerle özel sektörü yatırım yapmaya
yöneltmeye çalışmıştır. 1923’te Cumhuriyeti ilan eden
siyasi kadro ekonomik yatırımlar için özel sektörün imkânlarının kısıtlı
olduğunun bilincindeydi. Bu
sebeple genel menfaatleri ilgilendiren noktalarda devlet ekonomiye iştirak
etmek zorunda kalmıştır.
1923–1929 döneminde ekonomik yapı ve kurumlar,
İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda oluşturulmaya çalışılmıştır.İzmir
İktisat Kongresi’nde benimsenmiş olan esaslara koşut olarak kongreyi izleyen
yıllarda Türk ticari ve sanayi hayatını finanse edecek bazı bankaların
kurulduğu gözlenmiştir. Bu bankalar Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınai ve Maadin
Bankası, Türkiye Sanayi Kredi Bankası, Emlak ve Eytam Bankası, yeniden
düzenlenmiş Ziraat Bankası ve T.C. Merkez Bankası’dır. Bu dönemde bankacılık
alanındaki en ilginç gelişmelerden birisi de çok sayıda mahalli bankanın
kurulmuş olmasıdır. Belirlenebildiği kadarıyla 29 adet mahalli banka faaliyette
bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin ulusal gelirinde dış ticaretin
oldukça büyük pay alması, dışa açık bir ekonomi politikasının güdülmesi altı
adet yabancı bankanın faaliyete geçmesine sebep olmuştur (Paçacı, 1998: 3400).
Bu
dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’ndan intikal eden vergiler düzenlenmeye
çalışılmıştır. Osmanlı’dan devralınan vergilerin içinde bulunan temettü ve harp
vergisi 1926 yılında kaldırılmıştır. Yine
Cumhuriyete devreden ve gelir üzerinden alınan vergilerin en önemlilerinden biri olan Aşar vergisi de
1925 yılında yürürlükten kaldırılmıştır (Korkmaz, 1998: 3414). Aşar vergisinin
kaldırılmasından doğan kayıpları telafi etmek ve devlet gelirlerini arttırmak
için Osmanlıdan kalan bazı tekellerin millileştirilmesine gidilmiş ve bu uygulama en çok ispirto, kibrit, şeker gibi sanayi
ürünlerinin üzerinde yoğunlaşılmıştır (Kal’a,1998: 3307). 1915 yılında sayıları
22’yi bulan ve Osmanlı döneminde devlete ait olan bu tekeller 1925 yılında
kurulan Sanayi ve Maadin Bankası tarafından devralınmıştır (Aktan, 1998: 34).
1 Bu antlaşma
gereği borç 99 yılda ödenecekti ancak bütün borçların ödenmesi taahhüt edilen
süreden önce 1954 yılında bitirilmiştir (Afyoncu, 2001: 20).
Devletin
bu dönemdeki ekonomik faaliyetlerinden bir diğeri de ulaştırma alanında olmuştur.
Ulaşım ağının kurulması ekonomik ve askeri açıdan çok önemliydi. Osmanlı döneminde yabancı şirketlerin
denetiminde bulunan demiryolları, 1924 yılında Anadolu demiryollarının
devletleştirilmesi hakkındaki kanun kabul edilerek demiryolları devletleştirilmiş
diğer taraftan da yeni demiryollarının yapımına önem verilmiştir.
Demiryollarının yapımı ve işletilmesi için kurulan Nafia vekaletine bağlı
müdürlükler 1927’de birleştirilerek Devlet Demiryolları ve Limanları İdare-i
Umumiyesi kurulmuştur. Ulaştırma alanında yapılan diğer bir atılım da
denizcilik sektöründedir. Osmanlı
devleti döneminde birçok limanın işletilmesi yabancıların elindeydi. 1926 yılında
Kabotaj Kanunu çıkartılmış buna istinaden Türk deniz ticaretinin ve
taşımacılığının gelişimi sağlanmıştır. Ayrıca havacılık alanında da gelişmeler
yaşanmış 1926 yılında Kayseri’de uçak fabrikası açılmıştır (Coşkun, 2003:
74).
1923-1929
yılları arasında Türkiye koşullarına uygun kooperatif ve diğer hukuk
düzenlemeleri üzerinde durulmuştur. Tarımsal kredi kooperatifleri için 1924’te
İtibar-ı Zirai Birlikler Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun 1929’da geliştirilerek
Zirai Kredi Kooperatifleri Kanununa çevrilmiştir (Çıkın, 2003: 28). Türkiye’nin iktisadi açıdan kalkınabilmesi için sanayileşmesi
gerekliydi.
Bu
amaçla 1927 yılında sanayi kuruluşlarının teşviki ve korunması için 1913
yılında
çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu gözden geçirilerek kapsamı genişletilmiştir.
Bu kanunda yerli sanayi sektörüne ucuz devlet arazisi tahsisi, çeşitli vergi
muafiyetleri, taşıma indirimleri gibi teşvikler ve muafiyetler getirilerek
sermaye birikimine destek verilmiştir (Çoşkun, 2003: 75). Buna rağmen Teşvik-i
Sanayi Kanunu’ndan yararlanan kuruluşların birçoğu nitelik olarak sanayi olarak
sayılamayacak madencilik, tarım ve hayvancılıkla ilgili kuruluşlardır. 1927 yılında yapılan sanayi sayımı sonuçlarına
göre bu kuruluşların %32,5’i sanayi niteliğine sahiptir. Bu da göstermektedir
ki küçük atölye tipinin hâkim olduğu, aile tipi çok küçük işletmelerden oluşan
bir sanayi sektörü söz konusudur (Başkaya, 2004: 64- 65).
2.
Planlı Dönem: 1929-1938
Yılları Arası Devletçilik Politikası
1923-1929
döneminde özel girişime dayalı bir sanayileşme politikası benimsenmiş, özel
girişimin çabaları sayesinde sanayileşmenin ve buna bağlı
olarak
kalkınmanın gerçekleşeceği beklenmiştir. Ancak uygulama sonunda
yönetici
kadrosunun beklentilerinin gerisinde sonuçlar gerçekleşmiştir. Bu
sebeple
hükümet söz konusu dönemde özel girişimciler tarafından gerçekleştirilen
sanayileşmenin hızından ve yapısından memnun olmamışlardır
(Altıparmak, 2002: 37).
1929 Büyük Dünya Bunalımının da etkisi ile
devletçi bir sanayileşme modeli arayışına giren Türkiye Cumhuriyeti, bu dönemde
dünyadaki ilk planlama deneyimlerinden biri olarak kabul edilen sanayi planları
doğrultusunda planlı bir sanayileşme sürecini gerçekleştirmiştir. 1930 tarihli İktisadi
Vaziyetimize Dair Rapor ile başlayan
çalışmalar SSCB’nin teknik ve mali yardımıyla hayat bulmuştur. Daha sonra
Amerikalı uzmanların raporlarından da faydalanılarak 1934 yılında sanayide
planlı dönem başlatılmıştır (Soyak, 2003: 172).
Bu
dönemde özel girişimin yeterli sonuç vermemesi nedeni ile devletin önayak
olduğu bir ekonomi politikasının izlendiği görülmektedir. Buna göre 1930’lu
yıllarda Türkiye’de izlenen devletçi ekonomi politikalarının şekillenmesinde
aşağıdaki faktörlerin etkili olduğunu söylemek mümkündür (Parasız, 1998: 29):
• 1923-1929 yıları arasında izlenen liberal ekonomi politikalarından
arzulanan sonuç elde edilememesi,
• 1929 Büyük Dünya Bunalımının dünya ölçeğinde tüm ekonomileri olumsuz
etkilemesi,
• SSCB’de uygulanmakta olan planlı ekonomi politikalarının ilk sonuçlarının
başarılı olması,
• Klasik ekonomi politikalarının 1929 bunalımına çözüm üretememesi
üzerine devletin ekonomiye müdahalesini savunan görüşlerin popülerlik kazanması.
2.1. 1929 Büyük Dünya
Bunalımının Türkiye Ekonomisine Etkileri
1929
Büyük Dünya Bunalımı, kapitalizmin ortaya çıkmasından bu yana ekonomik
sistemlerin yaşadığı en büyük kriz olmuştur. Klasik ve Neo-Klasik iktisadi
yaklaşımları sarsacak nitelikte olan bu kriz kapsam ve yoğunluk bakımından çok
şiddetli bir biçimde ortaya çıkmış ve yayılmıştır.
Büyük Dünya Bunalımının Türkiye ekonomisini
etkilemesi para değerindeki düşüşle başlamış ardından ihraç malları
fiyatlarındaki azalmalar boy göstermiştir. İhracattaki bu düşüş dış ticaret
dengesi üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Dış ticaret oranlarının sürekli gerilemesi, iç ticaret oranlarına
daha yüksek bir seviyede yansımış, tarım ürünlerindeki fiyat azalması sanayii
ürünleri fiyatlarından daha fazla olmuştur.
Bu da tarım üretiminde gerileme
yaratmış, piyasaya açılmanın ve para ekonomisine geçişin sınırlı oranda
gerçekleştiği Türkiye ekonomisinde bir gerilemeye sebep olmuştur. Ancak dünya ekonomik bunalımından
Türkiye’nin olumsuz yönde etkilenmesi diğer ülkelere göre daha hafif olmuştur.
Bunun nedeni Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine entegrasyon seviyesinin
nisbi düşüklüğü, ihracatın sadece tarım ürünlerine dayanmayıp çeşitli
sektörleri de içermesi, Türkiye’nin kendi kendine yeten bir ekonomiye sahip
olmasıdır (Başkaya, 2004: 74). Türkiye Cumhuriyeti 1930 yılı başında Büyük
Dünya Bunalımına karşı bazı önlemler almıştır. Bu önlemler iki amaca yöneliktir
(Kepenek ve Yentürk, 2001: 67):
• Kamu harcamalarını kamu gelirlerine uygun olarak dengelemek
• İthalata sınırlamalar getirerek, dış ticaretin açık değil fazla
vermesini sağlamak.
Yukarıda
bahsedilen önlemler durağan ve sınırlayıcı önlemlerdi. Ekonomiyi genişletici
dinamik önlemlerin alınması gerekliydi. Bu da devletçilik uygulamasıyla sağlanabilirdi. Devletçilik uygulamasının somut düzeyde
başlangıcı Birinci Beş Yıllık Sanayi planı ile olmuştur.
2.2. Birinci Beş Yıllık Sanayi
Planı
Devletçi
sanayileşme, 1933’te hazırlanan sanayileşme programı doğrultusunda 1934 yılında
uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile başlatılmıştır. Planda
düşünülen hedefler incelendiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmesi için hızlı bir
sanayileşme politikasının uygulanmasına öncelik verildiği açıkça görülmektedir
(Sevgi, 1994:50). Ancak adından da anlaşılacağı gibi Birinci Beş Yıllık Sanayi
Planı sadece sanayi sektörünü kapsamakta tarım ve hizmetler sektörünü
içermemekteydi. 1930’larda sanayi sektörünün GSMH içindeki payı %15 olduğu düşünülürse
ekonominin %85’i plan dışında kalmaktaydı (Beyarslan, 1982:38). Birinci Beş
Yıllık Sanayi Planının başlıca amaçları şunlardır (İnan, 1972:20):
• Ana hammaddeleri ülkede yetişen veya kısa zamanda temini mümkün görülen
sanayi dallarını ele alması,
• Kurulacak bu fabrikalar büyük sermaye ve teknik güce ihtiyaç gösteren
fabrikalar oldukları için kuruluşlarının devlete veya milli kuruluşlara
bırakılması,
• Kurulması düşünülen fabrikaların üretim kapasitelerinin ihtiyaç
ve tüketim ile doğru orantılı olmasıdır.
Birinci
Beş Yıllık Sanayi Planı ile kurulması öngörülen ve büyük ölçüde gerçekleştirilen
sanayi beş ana grupta toplanmaktaydı. Bunlar sırasıyla (Sevgi, 1994:51):
• Dokuma Sektörü (Pamuk, Kendir, Yün)
• Maden Sektörü (Demir-Çelik, Kükürt, Bakır)
• Kağıt Sektörü (Selüloz)
• Kimya Sektörü (Suni İpek, Fosforik Asit, Süper Fosfat, Kireç Kaymağı,
Posata, Kibrit)
• Taş-Toprak Sektörü (Cam, Çimento, Şişe, Seramik) olarak gerçekleşmiştir.
Yukarıda
bahsedilen sanayi dallarında 20 fabrikanın kurulması ve bu fabrikalar için
43.453.000 TL yatırılması öngörülmüştür. Bu
fabrikalar için gerekli olan finansman Sümerbank ve İş Bankası tarafından karşılanacaktı.
Devletçi sanayileşme sürecinin finansmanı sırasında ülkede iç ve dış borç yükü
arttırılmadığı gibi istikrarlı bir para politikası izlenerek açık finansman modeli
tercih edilmemiştir. Finansmanın temel
kaynağını tüketim malları üzerine konulan vergiler oluşturmuştur (Parasız,
1998:50).
Devletçi sanayileşme, yatırım malları
üretimini hedef alan endüstri üreten endüstri tipi bir sanayileşme değil temel
tüketim ve ara malı üretimine yönelik ithal ikameci bir sanayileşme modelidir (Parasız, 1998:50-51).
Birinci
Beş Yıllık Sanayi Planı’nın içerdiği süre dolmadan 1936’dan sonra İkinci Beş Yıllık
Sanayi Planı hazırlıklarına girişilmiştir. İkinci
Beş Yıllık Sanayi Planı ilk planın aksine ara malları ve yatırım malları
üretimine öncelik vermekteydi. Ayrıca elektirifikasyon, madencilik ve
limanlar gibi altyapısal
gelişmeleri dikkate almaktaydı. Bu nitelikler itibariyle İkinci Beş Yıllık
Sanayi Planı’nın bir bakıma kendine yeterlilik ilkesine önem verdiği ve
ilk planın doğal bir uzantısı olduğu söylenebilir. Ancak İkinci Beş Yıllık Sanayi
Planı, II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya konulamamıştır (Kepenek
ve Yentürk, 2001:68).
Özer ÖZÇELİK*
Güner TUNCER**
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.