18 Haziran 2015 Perşembe

EMPERYALİZM TÜRKİYE GİBİ ÜLKELERİN GELİŞMESİNİ NASIL ENGELLİYOR?



Cihan Dura


Geçtiğimiz Nisan (2015) ayında bir kitabım yayımlandı, Elmadağı Yayınları tarafından: Türkiye’ye Batı saldırısı: Ekonomimiz Hangi Silahlarla İşgal Ediliyor?  Bu yazım, kitabın sonuç bölümünün ilk kısmının geniş bir özetidir.

Emperyalizm… 500 yıldır insanlığın bütün ıstırap ve felaketlerinin birinci kaynağı!… Günümüzde de Neoliberalizm kisvesi altında “piyasa ekonomisi, küreselleşme, yükselen piyasalar, demokrasi, insan hakları” gibi parlak sloganlar kullanarak Türkiye gibi ülkeleri kontrol altına almakta, bu şekilde pazarlarını, doğal kaynaklarını, hattâ birikmiş sermaye stoklarını gasp etmektedir. Bu kapsamda Derin Merkez -ve onun yönetimi altındaki ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Merkez ülkeleri-  Türkiye gibi sanayileşmeleri engellenmiş ülkelerin kendilerine rakip bir güç haline gelmelerini, çeşitli ekonomik ve politik silahlar kullanarak önlemeye çalışıyor. Bu silahlardan başta geleni serbest mübadeledir, serbest ticarettir. İkincisi ülkeyi borçlandırmaktır. Üçüncü silah özelleştirmedir. 

Sonra yabancı sermaye gelir. Beşincisi o ülkeye toprak sattırmaktır. Bütün bu habis politikalar “küreselleşme” denilen süreçte, ulusötesi şirketlerin çıkarları için, onlar daha büyüsünler, güçlensinler, dünyanın kaynak ve pazarlarını olabildiğince ele geçirsinler diye, yalnız Türkiye’de değil, birçok diğer Çevre ülkesinde uygulamaya konmuştur.

‘***’
Küreselleşme olgusu vahşi kapitalizmin, Çirkin Batı’nın, özellikle ABD’nin, kendi siyasal, sosyal ve ekonomik kalıplarını bütün dünyaya dayatma aracı ve sürecinden başka bir şey değildir. Bu sayede dünyanın diğer ülkeleri (Çevre ülkeleri) henüz sanayileşememiş, sahipsiz olarak, Merkez’in sömürüsüne açık bir duruma getiriliyor; sanayileşme girişimleri “Merit Stratejisi” yoluyla engelleniyor. Oysa söz konusu ülkelerin durumlarının iyileşmesi, ilerlemeleri, sanayileşmeleri, yeni kurulan sanayilerinin dev ulus-ötesi şirketler karşısında koruma altına alınmasına bağlıdır. Bunun birinci koşulu ise Ulus-Devlet yapısının muhafaza edilmesidir. Görülüyor ki Batı’nın çıkarlarının gerektirdiği düzenle -Türkiye gibi- az gelişmiş, sanayileşmeleri engellenmiş ülkelerin çıkarlarının gerektirdiği düzen arasında bir karşıtlık vardır, uyuşmazlık vardır.

Batı tek çözüm yolu olarak şunu görüyor: Bu ülkelerin millî devletlerinin planlı bir şekilde zayıflatılması; o ülkelerin devletlerinin, Merkez’in çıkarlarına hizmet edecek bir kalıba dökülmesi... Beş ekonomik silah ve diğerleri bu amaçla kullanılıyor. İşte günümüzde AB ve ABD ile kurulu ilişkiler yoluyla ve işbirlikçilerin desteğiyle Türkiye’de yapılmakta olan da budur.
Oysa bugünün Merkez ülkeleri, tarihlerinin bir safhasında “ulus-devlet” olarak, böyle bir ekonomik zırhın arkasında ekonomilerini korumaya alarak sanayileştiler. Bugün ulaştıkları gelişme aşamasında ise o zırhı çıkararak yeni bir zırh geçiriyorlar üzerlerine: e-devlet. Bundan böyle bu yeni zırhın içinde varlıklarını ve geleceklerini güvenceye alacaklar. Oysa dünyanın diğer ülkeleri, örneğin Türkiye; yeteri kadar gelişemedikleri için hâlâ ulus-devlet zırhına muhtaç durumdalar. Onların da gelişmesi, güçlenmesi, zenginleşmesi o zırha bağlı! 

Ancak Batı Oligarşisi; Derin-Merkez buna izin vermiyor: Ben “ulus devlet zırhını çıkardım, sen de çıkaracaksın” diyor. Ve çıkarttırıyor! “Benim gibi olacaksın” diyor. Neden bunu istiyor Batı Oligarşisi, Derin Merkez?... Çünkü böyle savunmasız bırakılarak, ulusötesi şirketlerin, o ülkelerin ekonomik kaynaklarını ve pazarlarını ele geçirmeleri kolaylaştırılıyor!
Öte yandan Derin-Merkez’in emrinde olan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar ise, ulusüstüleştirme, bölgeselleştirme ve yerelleştirme gibi yollarla, ulus devleti ulus devlet yapan özellikleri birer birer ortadan kaldırıyorlar. Çevre ülkelerinin, Türkiye’nin de, Derin-Merkez’in, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin çıkarlarının emrine, daha doğrusu bunların küresel şirketlerinin hizmetine girmelerini sağlıyorlar.

 ‘***’
Merit stratejisi Derin Merkez’in başta gelen bir stratejisidir. Bütün ekonomik silahların tetiğindeki parmağın sahibi hep aynı odaktır: Derin-Merkez’dir; dev küresel şirketlerin sahipleri, yöneticileridir. Şuna inanmışlardır ki, kendilerinin sürekli güçlenmesi, zenginleşmesi için, kendileri dışındaki dünyanın, “sanayileşmeleri engellenmiş” ulus-devlet ekonomilerinin gelişmemesi, uyanmaması gerekir. Bu ekonomiler hep birer pazar olarak, hep birer hammadde kaynağı olarak kalmalıdır. Politikalarını ABD yönetimine uygulatırlar, diğer kapitalist ülke hükümetlerine, Avrupa Birliği yöneticilerine, aramızdaki işbirlikçilerine, sözde demokrasi rejimi hükümetlerine uygulatırlar!
Günümüzün süper emperyalist devleti olan ABD hep ikili oynar, hep çifte standarda başvurur. “Merdiveni iter.” Modern ekonomi biliminin, “serbest piyasa”nın yetersizliğini açıkça ortaya koymuş olmasına rağmen, bütün dünyaya serbest piyasa ekonomisini dayatır. Diğer ülkeleri, onlara büyük zararları olacağını bile bile, sermaye pazarlarını uluslararası spekülatif sermaye akımlarına açmaya, dış borçlanmaya, dış ticaretlerini serbestleştirmeye zorlar. Çünkü bu açılımlar kendi şirketleri lehinedir.

Amerika ve onun küresel şirketleri; dünyanın geri kalanı, özellikle yoksul ülkeler için büyük bir sorundur. Çünkü onun ve şirketlerinin ihtiyaçları ile diğer ülkelerin ihtiyaçları arasında tam bir uyumsuzluk vardır. O “güçlü olan benim” diyerek dünyayı kendi ihtiyaçlarına göre düzenlemeye kalkışıyor; bu da doğal olarak diğer ülkelerin kendi sorunlarının çözümsüz kalmasına, hattâ daha da ağırlaşmasına sebep oluyor.

Dünyada “küreselleşme” mi var, Batı’da (AB ve ABD’de) yerleşik birtakım güçler diğer ülkelere, örneğin Türkiye’ye Washington Uzlaşması gibi belgeleri, ticaretin serbestleştirilmesini, sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılmasını, devletin küçültülmesini, piyasaların serbestleştirilmesini mi dayatıyor? Bütün bu talepler ulusötesi şirketler içindir. Türkiye’de dış borçlanma mı teşvik ediliyor, özelleştirme mi yapılıyor, yabancı sermayenin önü mü açılıyor, ille Avrupa Birliği’ne üye mi olsun deniyor? Bütün bu gayretler de ulus-ötesi şirketler içindir. Trilyonlarca dolara hükmeden ulusötesi şirketler, dünya ekonomisi üzerinde muazzam bir yaptırım gücüne sahipler. Çıkarlarına, büyümelerine en uygun politikaları Türkiye gibi sanayileşmeleri engellenmiş ülkelere –iç düşmanlar eliyle-  dayatıyor ve bunda da başarılı oluyorlar. Nihai hedef bütün ülkelerde şirket egemenliğini kurmaktır. Çevre ülkeler toplum ve devlet olarak örgütlenme biçimlerini kendi gelişmeleri için değil, Derin-Merkez’in, yani küresel şirketlerin planlarını ve çıkarlarını gözetecek şekilde yeniden oluşturmak zorunda bırakılıyor.

Daha da kötüsü, ulus-devletin etkisizleşip zayıflaması şeklinde kendini gösteren bu değişim, sanki normal bir gelişmeymiş gibi dile getiriliyor. Oysa olup biten, Merkez’in emperyalist yayılmasının ve  “merdiveni itme” politikasının bir dışavurumundan başka bir şey değildir. Bu süreç “doğal küresel bir evrim”in eseri olmayıp belli bir sınıfın iradesinin, “Derin-Merkez”in (küresel şirketlerin) eseridir,  Her şey, temel dürtüsü “zenginleşme ve iktidar hırsı” olan Derin-Merkez istediği içindir ki böyle oluyor, yoksa insanlık istediği, dünya toplumları istediği için değil! İngiltere, Fransa, ABD gibi ülkeler geçmişte çok geniş ölçülerde devletçi-müdahaleci politikalar uyguladılar. Ne zaman ki kalkınmalarını gerçekleştirdiler, o zaman Liberalizm’in savunucusu kesildiler. ABD sanayi alanındaki üstünlüğü kesinleşince, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dış ticaretini serbestleştirmiş ve liberalizmin, serbest ticaretin en ateşli savunucusu olmuştur. 

‘***’
Peki, ya Türkiye ne yapıyor? O da devamlı aldatılıyor. Ona da sanayileşmiş, zaten zenginleşmiş olan ülkelerin işine gelen politikalar dayatılıyor. Türkiye’yi güce ve zenginliğe götürecek “merdiven” her seferinde ayağının altından çekilip alınıyor. Bizim liberal aydınımız, iş adamımız, politikacımız, profesörümüz, yöneticimiz, hükümetlerimiz ise bu gerçeği bir türlü göremiyor veya görmezden geliyorlar. Daha da acısı, birçoğu; Türkiye’yi mahveden bu politikaları övüyor, destekliyor!

Türkiye Cumhuriyeti iki temel üzerinde kurulmuştur: Milli Egemenlik ve Tam Bağımsızlık... Emperyalizm bütün saldırılarını bu temellere yöneltti. Ekonomik ve diğer silahlarını bu temelleri yıpratmak, yıkmak için kullandı. Önemli ölçüde başardı da bunu. Peki, nasıl?


Önce “Truva atı”, sahte demokrasiyi dayatarak, Millî Egemenliği tahrip etti. Bu yoldan bağımsızlık surlarında gedikler açtı. Bağımsızlık elden gittikçe, Millî Egemenlik daha da zayıflayarak milletin dışında başka güç odaklarının eline geçti. Dolayısıyla Millî İrade felç oldu. Milletimiz artık –yukarda açıkladığım silahları kullanan- emperyalist güçlerle yerli işbirlikçilerin tutsağı durumundadır. Bütün kaynaklarıyla, pazarlarıyla sürekli sömürülmektedir. 1938 yılından sonra ve özellikle 2003 tarihinden itibaren, ne yazık ki Türk milletinin başına gelen budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.