|
Cihan Dura |
Yıllardır yazılarımda, dünyanın başına gelmiş en büyük felaket olarak
gördüğüm Emperyalizm olgusunu işledim. Özellikle, “Emperyalizm-
sömürülen ülke ilişkisi” üzerinde yoğunlaştım, genellikle Türkiye’yi örnek
aldım. Bu ilişkilerde çoğu kamufle edilmiş birtakım silahların varlığını görmek
zor değildi. Örneğin merit stratejisi, uluslararası antlaşmalar, kavram
emperyalizmi, yabancı dilde eğitim, işbirlikçiler gibi… Okuduğunuz
makalede, yazdıklarımın bir özetini sunacak, söz konusu araçları kısa
kısa tanıtmaya çalışacağım.
1) MERİT STRATEJİSİ
Batı’nın zengin sanayileşmiş ülkeleri “uluslararası
gelişme yarışı”nda kural tanımaz, belden aşağı vururlar. Neden böyle yaparlar?
Çünkü az gelişmiş olan, sanayileşmeleri engellenmiş Çevre ülkelerinin büyük
atılımlar yapıp kendilerine yetişmesini istemezler. Bu sinsi politikaya
“Batı’nın merdiveni itme stratejisi” (Kısaca “MERİT” stratejisi) adı veriliyor
ki şöyle tanımlanabilir: Sanayileşmiş bir ülke; zenginliğinin doruğuna
ulaştığı zaman, başka ülkelerin kendi bulunduğu mertebeye erişmesini engellemek
için, oraya tırmanmasını sağlayan merdiveni iter. O ülkelerin, kendi uygulamış
olduğu gelişme politikalarını kullanmasını engeller. Nasıl? Bir takım
ekonomik, siyasal ve kültürel silahlarla, o ülkelerde kendi taraflarına
çektikleri kişilerle işbirliği yaparak…
Eğer MERİT doğru ise, somut bir gerçekse, bugün
Türkiye’de uygulanan ekonomi politikası yanlıştır. Bu politika sürdükçe,
Türkiye asla sanayileşemeyecek, gelişmiş, gönençli bir ülke haline gelemeyecektir.
MERİT stratejisinin tarihî bir kanıtlanmasını aşağıda
son madde olarak sunacağım.
2) DERİN MERKEZ’İN SİLAHLARI
Derin Merkez, MERİT stratejisini uygularken birtakım
araçlara ihtiyaç duyar. Başka bir deyişle sanayileşmesi engellenmiş olan
–Türkiye gibi- ülkelerin kaynaklarını sömürmek, pazarlarını ele geçirmek,
Merkez ülkelere rakip olmalarını önlemek için çeşitli ekonomik ve politik
silahlar kullanırlar. Bunlardan başta geleni serbest mübadele
dayatmasıdır. İkincisi hedef ülkeyi borçlandırmaktır. Üçüncü silah özelleştirmedir.
Sonra yabancı sermaye gelir. Bir silah da toprak sattırmaktır.
Altıncı silah ise hedef ülkede azınlık sorunu yaratmaktır.
Derin-Merkez (dev küresel şirket yöneticileri) bu
silahları kullanırken kendini gizler, görünmez; taşeronlarını öne sürer ki
bunlar ABD hükümeti, Avrupa Birliği yönetimi ile hedef ülkelerdeki
işbirlikçilerdir.
3) EKONOMİK TETİKÇİLER
Günümüzde ne yazık ki dünya gemisinin dümeni, Derin
Merkez’in elindedir. Bu merkezin bütün gayreti dünya ülkelerini kendi “gizli” hedefi
hizmetinde kullanmaktır. Derin Merkez’i bir ahtapota benzetirsek, kolları
küresel (ulusötesi) şirketlerdir. Bu şirketlerin, hedeflerine ulaşmak için
kullandığı araçlardan biri de “ekonomik tetikçiler”dir.
Ekonomik tetikçiler, işlerini görürken “kirli bilim”
(iktisat teori ve politikaları), sahte finansal raporlar, hileli seçimler,
rüşvet, seks, zorbalık, cinayet, suikast gibi pratik araçlar kullanırlar.
Ekonomik tetikçiler uygulama sırasında en önde bulunurlar. Başarırlarsa ne âlâ,
başarısız olurlarsa, daha hain bir tetikçi türü, “çakallar” görevi devralır.
Bunlar da başaramazsa, iş askerlere düşer (Günümüzde Afganistan, Irak, Libya,
Suriye’de olduğu gibi).
4) AÇLIK
Emperyalizm, açlığı da bir silah olarak kullanmaktadır.
Dünyada Emperyalizm zulmü 500 yıldır devam ediyor. Bu
meşum olgu; Batı’nın (ABD ve AB), Çevre ülkeleri üzerindeki üstünlüğü ile
kendini gösteriyor. Çirkin Batı bu üstünlüğü kaybetmemek, Çevre ülkelerini,
sömürmeye devam edebilmek için –yukarda belirttim-türlü silahlar kullanıyor.
Bunlardan biri de Gıda maddelerinin kontrolüdür.
Bu silahı kullanarak sanayileşmesi engellenmiş
ülkeleri, bir yandan “açlık”la terbiye ederken, bir yandan da istedikleri şekli
vererek, arzuladıkları yöne sevk edebiliyorlar.
5) ANTLAŞMALAR
Derin Merkez’in gizli silahları bunlardan mı ibaret?
Elbette hayır, hedeflerine ulaşmak için, uluslararası antlaşmaları, hatta
bilimi, bilimsel kavramları da araç olarak kullanıyorlar.
Bu türden uluslararası antlaşmalar pek çok…, bir
örneği “İkiz Sözleşmeler”dir. Bunlar ülkemizdeki bölücülerin de
kuvvet aldığı, zamanı geldiğinde dayanak olarak alacakları uluslararası
hukuk metinleridir. Bilindiği gibi, Temmuz 2011’de “Demokratik Toplum Kongresi”
denilen kuruluş“demokratik özerklik” ilan etmiş, özerkliklerini uluslararası
insan hakları belgelerine dayandırdıklarını özellikle vurgulamışlardır. Bu
belgelerden kast ettikleri “Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri”dir: “Birleşmiş
Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Birleşmiş
Milletler Medenî ve Siyasal Haklar Sözleşmesi”
İkiz Sözleşmeler’in uygulanmasının, üniter Türkiye
Cumhuriyeti’nin bekası bakımından çok olumsuz sonuçlar doğuracağı açıktır.
6) KÜLTÜR MANİPÜLASYONU
Güzel Batı, temiz bilim… Çirkin Batı, kirli bilim…
Çirkin Batı’nın “kirli bilim”i; siyasetin emrindedir;
vahşi kapitalizmin, Derin Merkez’in emrindedir. Bilim kavram ister, teori
ister, politika ister. Ne var ki “kirli bilim” Derin Merkez’in çıkarlarını
sağlayacak, sürdürecek şekilde kavram oluşturur, teori kurar, politika
geliştirir. Zaten mevcut olan kavramları manipüle eder, İçeriklerini
değiştirirler, Bütün bunları yaparken de, hep dev küresel şirketlerin
çıkarlarını göz önünde tutarlar. Örneğin “kültür” kavramı böyledir.
Batı, “kültür kavramı” manipülasyonu yapar. Koşullara
göre kültür anlayışının içini boşaltır, farklı bir içerikle yeniden doldurur.
Bu çerçevede “kültürel kimlik” kavramı öne geçirilmiş, “insan hakları” kavramı
da değişikliğe uğratılmıştır.
7) KAVRAM EMPERYALİZMİ
Küresel şirketlerin saldırısı yalnızca, ülkelerin
ekonomisine yönelik değildir, aynı zamanda düşünüş biçimlerine, kullanılan
kavramlara da yöneliktir ki buna “kavram emperyalizmi” adını verebiliriz. Başka
bir deyişle, Türkiye gibi Çevre ülkeleri Batı’nın, yalnız
ekonomik ve kültürel bakımdan değil, zihniyet bakımından da sömürgesi
durumundadır.
Bu süreçte olayların yapı ve akışı hep küresel
şirketlerin istediği şekilde oluyor, hedeflerine bu yoldan da ulaşıyorlar.
Zaten mevcut olan kavramları manipüle ediyor, içeriklerini değiştiriyorlar.
Kavramları kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde oluşturuyorlar. Neden
buna gerek görüyorlar? Çünkü Küresel Çete Emperyalizm’in araç ve silahlarının,
ancak, önceden veya zamandaş olarak hazırlanmış bir düşünce ortamında
kullanabileceğini çok iyi bilmektedir.
Bu sebepledir ki Kirli Bilim yoluyla sözde bilimsel
kavramlar oluşturmakta, ihtiyaca göre bunları yenilemekte, yeni kavramlar,
görüşler piyasaya sürmektedir. Neden? Çünkü çok iyi bilmektedir ki: Eğer
insanların kafaları ele geçirilirse, yürekleri ve elleri de peşinden
gelecektir.
8) YABANCI DİLDE EĞİTİM
Kültür Emperyalizmi’nin başta gelen araçlarından biri
de yabancı dilde eğitim ve öğretimdir. Hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de
bilinçsiz bir Batı hayranlığı vardır. Bu eğilim, milli varlığımıza ve
devletimize yönelmiş en büyük tehlikelerden biridir. Yabancı dilde eğitimin
benimsenmesinde bu hayranlığın önemli bir rolü olmuştur.
Yabancı dilde eğitim, bugün neredeyse kreşlere kadar
nüfuz etmiştir. Daha 4-5 yaşında olan yavrularımıza yabancı bir dili -üstelik
emperyalist- bir milletin dilini, İngilizce’yi dayatıyoruz. Oysa yabancı dilde
eğitimin, faydasından daha çok sakıncaları olduğu yadsınmaz bir gerçektir. Bu
sakıncaların başlıcaları şunlardır: Yabancı dilde öğretim, eğitimin kalitesini
düşürür. Türkçe’nin bilim dili olmasını engeller. Türk dilini ve kültürünü
yozlaştırır. Beyin göçüne sebep olur. Ülkenin sömürgeleştirilmesine araç olur.
9) PARANIN SALTANATI
Ve bütün sorun dönüp dolaşıp geliyor, kazanç hırsına,
“paranın dayanılmaz saltanatı”na dayanıyor.
Para yalnız bireysel ilişkilerde, toplum ölçeğinde
değil, uluslararası ilişkilerde de belirleyici bir rol oynuyor. Öyle ki “Dünyayı
yöneten güç paradır” desek, yanlış söylememiş oluruz. Dolayısıyla para en
güçlü bir silahtır, bütün diğerlerinin arkasında olan itici güçtür. Dünyaya
hâkim olmaya çalışan küresel oligarşi (Derin Merkez), para ve güç sahibidir.
Ve doymuyor, daha fazlasını istiyor. Bunun için,
hedefine ulaşmak için yine parayı kullanıyor, onunla insanları satın alıyor. Fulbright
bursları, araştırma bursları, AB fonları, Soros yardımları, Lord Curzon’un
İsmet Paşa’ya söylediği... Bunlar her şeyi anlatmıyor mu bize?
Birileri “bana bir ülkenin parasının kontrolünü
verin, kanunlarını kimin yaptığı umurumda değil” ve “bir avuç
dolusu para, iki avuç dolusu gerçekten daha güçlüdür” dememiş midir? Ya şu
uyarılar: “Bir millet herhangi bir şeye özgürlükten daha fazla değer
veriyorsa, özgürlüğünü kaybedecektir. Kaderin cilvesine bakın ki değer verdiği,
rahatlık ya da para ise onları da kaybedecektir.” “Para söz konusu olduğunda
herkes aynı millettendir.”
10) İŞBİRLİKÇİLER
Emperyalizm’in kullandığı çok etkili bir diğer silah
da, ülke içinde edindiği işbirlikçilerdir. Bunlar kendi kişisel çıkarları için
Emperyalizm ile işbirliği yaparlar.
Eğer bu müttefikleri olmasa, Emperyalizm uğursuz
emellerine hiçbir ülkede ulaşamazdı. Bunlar Atatürk’ün nitelemesiyle “dahilî
bedhahlar”dır; kendi milletinin aleyhine, kendi çıkarları için yabancılarla,
yabancı ülkelerle ortak çalışan kimse ya da kuruluşlardır. Emperyalizm Türkiye
gibi ülkelerdeki bütün kötülüklerini, sömürülerini esas itibariyle bu kesimin
-menfaat karşılığında- sağladığı destek ve yardımla gerçekleştirmektedir.
Atatürk “Gençliğe Hitabe”sinde “dahilî
bedhahlar”ı,“haricî bedhahlar”la yan yana anar, çünkü bunlar birlikte, ortak
çalışır. “Haricî bedhahlar” emperyalist güçler ve onun hizmetinde çalışan
şahıslar ve uluslararası kurumlardır. Dahilî bedhahlara ise, genellikle hedef
ülkenin aydınları, politikacıları, bürokratları, iş adamları ve benzerleri
arasında bulunur. Çoğu; küresel emperyalist örgütlenme sayesinde ekonominin,
devlet mekanizmasının, toplumsal yapılanmanın kilit noktalarına yerleşir,
toplumda söz ve yetki sahibi olurlar. Bu konumlarının karşılığını, Emperyalizm’e
hizmet ederek öderler.
11) SERBEST PİYASA
Yazımı MERİT stratejisinin tarihî kanıtıyla
tamamlıyorum.
Bilindiği gibi Neoliberalizm’in başta gelen
tezlerinden biri şudur: Bugünün sanayileşmiş ülkeleri serbest piyasa
politikalarını benimsedikleri, bu politikalara bağlı kaldıkları için büyüyüp
zenginleşmişlerdir. Devlet müdahaleciliği daima başarısızlığa mahkûmdur.
Oysa tarihî bir gerçektir ki, bu tez doğru değildir.
Çünkü bugünün sanayileşmiş ülkeleri serbest dış ticaretle ve serbest finans
hareketleriyle zenginleşmemişlerdir, özellikle ilk sanayileşme atılımları
sırasında yoğun devlet müdahalelerine başvurmuşlardır. Günümüzde ve her zaman,
çıkarları her gerektirdiğinde ekonomiye müdahaleden geri durmazlar,
durmayacaklardır. Gerçek bu olmasına rağmen, Türkiye ve birçok Çevre ülkesi
kendilerine emperyalist ülkeler (daha doğrusu dev küresel şirketler) ve yerli
destekçileri tarafından dayatılan serbest rekabet yalanının kurbanı olmuşlar,
olmaya da devam ediyorlar.
Bugün ABD gibi emperyalist devletlerle Avrupa Birliği
gibi oluşumlar; bunların “lokomotif” üyeleri, yalnız “Merit Stratejisi”ne
değil, aynı zamanda çifte standart uygulamasına da başvurmuş oluyorlar. Az
gelişmiş ülkelere liberalizmi dayatırken, kendileri,sıkıştıkları her defasında
müdahaleci politikalara geri dönebilmektedirler.
Türkiye de ne yazık ki söz konusu uygulamanın
kurbanlarından biridir.
‘***’
Türkiye Cumhuriyeti iki temel üzerinde yükselir: Milli
Egemenlik ve Tam Bağımsızlık... Emperyalizmin bütün saldırıları bu
temellere yöneliktir. Silahlarını bu amaçla kullanır.
Önce Bağımsızlığı yok etmeye çalışır. Bağımsızlık
elden gittikçe, Millî Egemenlik de zayıflamaya başlar. Millî Egemenlik
olmayınca Millî İrade felç olur. Millet hiçbir arzusunu, emelini, kararını
uygulamaya koyamaz, gerçekleştiremez; yabancı güçlerle yerli işbirlikçilerin
tutsağı haline gelir, bütün kaynaklarıyla sürekli sömürülür.
1938 yılından sonra ve özellikle 2003 tarihinden
itibaren, ne yazık ki Türkiye’nin başına gelen budur.