Kelime
anlamıyla selef, öncekiler, önde olanlar demektir. Halef ise sonradan gelenler.
İslami anlamını ise Buhari ve Müslim’de yer alan şu hadisten alırlar:
“En hayırlı
nesil; benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları izleyenler, sonra onların
ardından gelenlerdir”
Hadiste
belirtilen ve en hayırlı görülen ilk üç kuşak “selef” olarak adlandırılır ve
Selefiler bu ilk üç kuşağın, öncelikle de sahabenin izinde olduklarını ifade
ederler. Bu üç kuşak; Ashab, Tabiin ve Tebe-i Tabiin. Yani Muhammed’in
zamanında yaşayan Müslümanlar, onların yakınları, onları görenler
ve onlardan sonra gelen ilk kuşak, çocukları-torunlarıdır. Sonradan
gelenlerin, yani haleflerin bidatlar edindiğine ve şirke bulaştıklarına
inanırlar. Sonradan gelenler olarak dışlananların içine mezhep kurucuları da
dahildir, Tasavvufçular da. Hatta Tasavvufçular şirke batmış olarak görülür.
Mezhep kurucularını dışlamakla beraber, Selefiliğin kökeni Hanbeli mezhebine,
imam Ahmed bin Hanbel’e dayanır ve Ibni Teymıyye’nin yolunda giderler.
Son olarak da 19. Yüzyılda Vahhabilik adıyla ortaya çıkan akımın kurucusu
Muhammed bin Abdulvehhab’ı imam olarak tanırlar. Selefiler dünün
Vahhabileridir, günümüzde Vahhabi ismini kamufle edip kendilerini Selefi olarak
tanıtmaktadırlar.
Selefileri
ve Vahhabiliğin yeni adı Selefiliği anlayabilmek için tarihi kökenlerini bilmek
ve şu dört ismi, Ahmed bin Hanbel, İbni Teymıyye, Muhammed bin abdulvehhab’ı
ve Seyyid Kutub’u iyi tanımak gerekir.
Selefiliğin
Tarihi Kökeni
Hanbeli
mezhebinin kurucusu imam Ahmed bin Hanbel 780 yılında Bağdat’ta doğdu,
855 yılında Bağdat’ta öldü. Aklın öne çıkarılmasına ve bunun öncüsü olan
Mutezile mezhebine karşı çıkan Hanbel “Kur’an’da ve hadislerde belirtilenlerin
dışında bir şey lazım değildir, onlar yeter” düşüncesi doğrultusunda hareket
etti. Kendi döneminde Hanbelilik yaygın olmakla beraber günümüzde pek fazla
takipçisi kalmadı. Ancak mezhepsizlikle suçlanmamak için günümüzün Vahhabiler
kendilerini Hanbeli mezhebinden tanıtmaktadırlar.
Selefiliğin
kökeni 1263’de Harran’da doğan İbni Teymıyye’ye dayanır.
İbni Teymıyye Hanbeli mezhebinde yetişti. Ancak daha sonra kendine has uç
fikirlerle ortaya çıktı. Mezhepleri eleştirdi, Tasavvuf’u İslam dışı saydı, İbn
Arabi’yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça kafir ilan etti.
Allah’ı insan biçimli kabul etmesi ve ehli Sünnet inançlarına saldırması
sapıklık olarak nitelendi ve Mısır’da hapse atıldı. Kur’an’da Allah’ın eli,
yüzü, gözü, bacağı, tahtı gibi ifadeleri müteşabih olarak gören Ehli Sünnete
karşın Teymıyye bunları hakikat olarak öne sürdü. Gerçekten de ayet ve
hadisler değerlendirildiğinde Teymıyye’nin bu konuda dayanaklarının güçlü
olduğu görülür. Ancak devir Allah’ın insan ya da başka bir biçimde maddi varlık
olarak görülmediği ve tasavvur edilemeyeceğine inanıldığı dönemdir, o yüzden
Teymıyye’nin gökteki tahtında oturan Allah düşüncesi bile büyük tepki görür.
Halbuki ayetlerle sabittir. Ancak bu ayetler Ehli Sünnetçe müteşabih olarak
nitelenir.
Muhammed bin
Abdulvehhab 1703
yılında doğdu. Gençliğinde Selefilik görüşünü araştırdı ve benimsedi. Şirk
gördüğü inançlara karşı çıktı ve bazı sahabelerin mezarlarını yıktırdı. Kabile
şefliği yaptı, çevre kabileleri birleştirdi ve yağmacı çetelerden oluşan
düzensiz bir ordu kurdu. Hac kafilelerini yağmaladı ve güçlendi. Böylece
ilk Suudi devletinin temellerini attı. Osmanlı’ya karşı isyan başlattı ve savaş
ilan etti. 1792 yılında öldükten sonra Vahhabiler Osmanlı’ya karşı
savaşlarını devam ettirdiler. Şiilerin kutsal mekanı Kerbela’yı basıp tahrip
ettiler. Mekke ve Medine’ye saldırdılar. 1802 yılında Hicaz topraklarını ele
geçirdiler. Sonrasında süren savaşlarda kurdukları Suudi Krallığı 2 kez kurulup
yıkıldı ve yeniden Osmanlı’ya geçti ama 1. Dünya savaşıyla birlikte bugünkü
Suudi Arabistan Devleti 3. Kez kuruldu. Vahhabilik Arabistan’da egemen oldu ve
Muhammed bin Abdulvehhab’ın soyundan gelenler Arabistan’da günümüze dek
hükmettiler.
1906-1966
yılları arasında yaşayan Mısırlı Seyyid Kutub’un, El-Kaide’nin
ideolojisine zemin hazırladığı iddia edilir. Kutub’a göre; tevhide
dayanarak biçimi ne olursa olsun yeryüzünün her köşesinde beşerî rejimlere ve
düzenlere başkaldırmalı, yeryüzünde Allah’ın hâkimiyetinin yeniden yürürlüğe
konulabilmesi için insan egemenliğine son verilmesini amaçlamalıdır. Kutub iki
toplum olduğunu iddia eder. İslam toplumu ve Cahiliye toplumu. İslam olan
toplumların çoğu da Kutub’a göre cahiliyedir ve Cahiliye toplumlarının İslam
toplumuna dönüştürülmesi için beşeri sistemlere karşı savaşılmalıdır. Bu
görüşler cihadi Selefilik olarak nitelenir ve El-Kaide ile diğer Cihadçı
Selefilerin ideolojisinin temelini oluşturur. Seyyid Kutub, İhvan yani
Müslüman Kardeşler teşkilatındandı ve devlet başkanına suikast girişimine dahil
olmaktan 10 yıl ağır hapis cezası yedi. 1964’de hapisten çıktı ama bir yıl
sonra tekrar darbe hazırlığı iddiasıyla tutuklandı ve 1966’da idam edildi.
Günümüzde
Selefilik
Günümüzdeki
Selefiliği 2 ayrı kategoride değerlendirebiliriz. Suudi Selefiliği ve Cihadi
Selefilik. Asıl gövde ve güç Suudi Vahhabiliğidir.
Cihadi
Selefiliğin ilk örneğini Afganistan’da Taliban iktidarı döneminde gördük.
1988’de SSCB’nin Afganistan işgaline karşı mücadele amacıyla kurulan Usame Bin
Ladin’in El-Kaide örgütü, ABD desteğiyle büyüdü ve sonrasında terörist bir
yapılanmaya dönüştü. İslam ülkelerinde halifelik kurulması amacıyla
eylemler yaptı. Gerçi Taliban’ı Selefilikten ayrı tutmak gerektiğini ve
Diyobendi olarak tanımlanan cemaate bağlı olduğunu belirtelim ama pratik olarak
Selefilerle aynı kulvarda sayılır. Selefi olmadığı halde Selefilerle güç
birliği yapan ve onlara destek veren irili ufaklı birçok örgüt ve cemaat
vardır. Irak’ta kurulan IŞİD de bu tür bir yapılanma ile ortaya çıkmıştır.
Tümüyle Selefilerden oluşmayıp aralarında Sünni mezheplerden olan çeşitli
ülkelerden katılımcılara sahiptir. Ama temel yapı olarak dünyada “Irak
El-Kaide’si” olarak bilinir.
IŞİD – Irak
ve Şam İslam Devleti
ABD’nin Irak
İşgali sırasında , Ebu Musab Zerkavi tarafından kurulan Cema’at
el-Tevhid örgütü bombalı intihar eylemleriyle kendini tanıttı. 2004 yılında
El-Kaide’ye bağlılığını bildirdi ve bundan sonra Irak El-Kaide’si olarak
anıldı. Binlerce sivilin öldürüldüğü bombalı katliamlar gerçekleştirdi. 2011’de
Mısır’daki Arap Baharı hareketinde şeriat çağrısıyla kendisi gösterdi. Ve
ardından Suriye’de yaşanan olaylarda rol aldı. El Nusra Cephesi’nin katılımıyla
örgüt büyük güç kazandı. Örgütün lideri Ebubekir El Bağdadi, 2013’te
El-Kaide’de ayrıldığını duyurarak IŞİD’in kurulduğunu açıkladı. Katar ve
Türkiye’den silah ve para yardımı aldığı iddia edilen IŞİD’in Irak’taki
yapılanmasının merkezinde Saddam döneminin BAAS kadrosu var. Suriye’deki gücü 6-7
bin kişi olan IŞİD’in Irak’ta 10 binden fazla milise sahip olduğu tahmin
ediliyor.
* Irak
Şam İslam Devleti diye Türkçeye çevrilen örgütün İngilizce adı: The
Islamic State in Iraq and the Levant (ISIS). BBC’nin haberine göre,
ISIS’teki “s”lerden biri Arapça (İngilizce) “al Sham”a tekabül ediyor. Bunun
anlamı da Suriye, Şam ya da Levant (Doğu Akdeniz Ülkeleri) olabilir. BBC,
örgütün küresel cihat kavramından hareketle, sözcüğün Doğu Akdeniz
olabileceğini ifade ediyor.
* Cengiz
Çandar da örgütün adının anlamını şöyle açıklıyor: “El Devle el-İslamiyye
fi’l Irak ve eş-Şam” adlı örgütün baş harfleri okunduğunda Irak, Arapça
‘ayn’ ile yazıldığından, kısaca “Da’iş” diye telaffuz ediliyor. Şam, Osmanlı
döneminin “Bilad eş-Şam”ını. Yani “Şam Ülkesi” anlamında. Yani, Suriye’yi ifade
ediyor.
Suriye’de Esad’ı
yıkma arzusuyla destek verilen, beslenip büyütülen terör örgütü, şimdi
istilacı, katliamcı bir komşu devlete dönüştü ve NATO’nun gündemine girdi.
“Komşularla sıfır sorun” hedefiyle gelen Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu,
IŞİD’le birlikte cumhuriyet tarihinin en başarısız dışişleri bakanı olarak dibe
batmış oldu. İstifa kültürüne sahip olmayan bir hükümetin bakanından
sebep oldukları bu durum karşısında istifa gibi erdemli bir davranış beklemek
hayal kırıklığı olur. Gezi direnişçilerine terörist diyebilecek kadar alçalan
ama yarattıkları canavarın elindeki rehineleri kurtarma bahanesiyle aleyhinde
tek kelime bile edemeyen, hatta düşman olmadıklarını söyleyebilecek kadar
gafilleşenler, belki de amaçladıkları sonuca erişmenin gizli sevinci
içindedirler. Ve sonraki hamlelerin hesabı içindedirler. Bunun doğru olup
olmadığını gelişmeler gösterecektir.
Haber
Kaynağı: Bilimsel Felsefe
Serdar
Kaangil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.