Ters Açı 1923 |
ABD ve AB ülkelerinde sanayi
üretiminin maliyeti 20. yüzyılının sonlarına doğru çok yükseldi. İşçilerin
sendikalar aracılığı ile ücretlerini yükseltmesi, ayrıca sağlık sigortalarının
işverene daha pahalı gelmesi, özel sektörü yeni arayışlara itti. Yeni çözüm
gayet basitti. Stratejik olmayan ve az kazanç getiren sanayi mamullerinin
üretiminin iş gücü ucuz olan başka ülkelere kaydırılmasıydı. Yeni üretim
merkezleri geri kalmış, demokrasisi zayıf ve sendikal organizasyonları güçsüz
olan ülkelerden seçilecekti.
ABD ise ileride kendisine
potansiyel rakip gördüğü Çin'i yeni fason üretim merkezi seçti. Taktikleri ise
her zaman gibi bir taşla birçok kuş vurmaktı. Çin'e yaptıkları yatırımlarla
finans sektörünü kontrol altına almak istiyorlardı. Olay kontrol dışına çıkarsa,
ABD'nin yan kuruluşları gibi çalışan Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, BM ve
diğer örgütler baskı yapmak için devreye sokulacaktı. Böylece yatırım
yaptıkları ülkenin iplerinin zamanla ellerine geçmesini umuyorlardı.
Amerikalı ünlü ekonomist Paul Krugman, Çin’in lehine ticaret fazlasının ABD için bir milyondan fazla çalışanın işini kaybetmesine neden olduğunu belirtti.
Çin bir süre sonra ABD hazine kâğıtlarına yatırım yapmaktan da büyük ölçüde vazgeçti. Bunun yerine bu parayı alt yapısını hızlı şekilde inşa etmek için harcamaya başladı. Ayrıca enerji alternatiflerini çeşitlendirmek için değişik ülkelerdeki enerji projelerini, gerekli alt yapıyla beraber finanse etmeye başladı. Bunları yaparken enerji güvenliğine de dikkat etmeye başladı.
Örnek olarak Çin petrol ihtiyacının % 10 dan fazlasını karşılayan İran ile bir petrol rezervi için 100 milyar dolarlık anlaşma imzaladı. 2011 yılı sonuna göre karşılıklı ticaret hacmi 40 milyar dolara ulaştı. Ayrıca İran’ın askeri teknolojilerini geliştirmesi için alt yapıyı sağladı. Bu Çin’e gelecek enerjinin güvenliği açısından önemliydi.
Çin son senelerde Afrika kıtasında yatırımlarını 40 milyar doların üzerine çıkarttı. Bu rakamlarla ABD, Çin’in gerisinde kaldı. ABD ve AB ülkeleri bu kıtada yatırım yaparken, tarihten gelen efendi rollerini ellerinden bırakmadılar. Bunun dışında finansman getirdikleri ülkelerin iç işlerine karışmak için şartlar dayattılar. Böylece Afrika ülkelerinin Çin’e daha sıcak bakmalarını sağladılar. Balıklama bu oluşuma atlayan Çin, böylece BM’de 53 üyeden oluşan Afrika kıtasının ülkelerinin büyük çoğunluğunun da siyasi desteğini garantilemiş oldu. Çin - Afrika işbirliği formu FOCAC 2000 yılında 48 Afrika ülkesinin işbirliğiyle kuruldu.
Çin özellikle Sudan, Angola, Nijerya ve diğer ülkelerdeki yatırımlarını arttırdı. Bu yatırımlar daima eldeki dolar para birimi ile yapıldı. Enerji rezervleri kadar, bu ülkelerin alt yapıları güçlendirildi. Ulaşım, iletişim ve son zamanlarda savunma sanayileri gibi.
Çin-Afrika ticaretinin 2010 hedefi 100 milyar dolar civarındaydı. Kısacası bir yandan bu ülkeler gelecekte Orta Doğu petrol ülkelerine olan bağımlılığa karşı büyük bir alternatif idi.( ABD petrol ihtiyacının % 20 sinden fazlasını, Çin ise son verilere göre % 25 den fazlasını Afrika ülkelerinden sağlamaktadır.) Ayrıca Afrika kıtası ucuz hammadde kaynağı olarak da herkesin iştahını kabartıyordu. Fakat son senelerde Çin bu ülkeleri kendi iç pazarı haline dönüştürmeye başladı. Daha şimdiden ABD ve AB ülkelerinle ileride doğacak çıkar çatışması yüzünden, ileride ticaret hacminin kademeli şekilde azalacağının farkındadır. Bu yüzden Afrika ülkelerini yeni pazarı olarak hazırlama işlemlerini hızlandırdı. Bundan ise en çok rahatsız olan taraflar da AB ve ABD oldu.
Üzücü olan taraf ise
ülkemizin Afrika kıtası ile olan ticaret hacminin çok düşük olmasıdır.
Çin’in Afrika kıtası dışında
yaptığı ilginç anlaşmalardan çeşitli örnekler vermeye devam edelim.
Ekvator’daki hidroelektrik santralının finansmanına yardım, Bolivya’daki
telekomünikasyon uydu projesine kredi, Jamaika alt yapı çalışmaları için kredi,
Burma’ya doğalgaz boru hattı projesi, Hindistan’ın en zengin işadamlarından
Anil Ambani’ye 3 milyar dolarlık kredi gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
Çin, Rusya ile yaptığı
petrol anlaşmasındaki ilk boru hattının yapımını tamamladı. Sibirya ve Daking
kenti arasındaki petrol nakli işi böylece başladı. Proje 2014 yılında tamamen
bittiğinde boru hattının uzunluğu 4700 km. olacak. Bu hat üzerinden 20 yıl
süresince, günde 300 bin varil petrol sevk edilecek. Maliyeti 25 milyar doları
bulması beklenen projenin büyük kısmı Çin tarafından finanse ediliyor.
Ayrıca tamamlanan Orta Asya
Çin doğalgaz hattından alınacak doğalgaz için Türkmenistan ve Özbekistan ile
gerekli anlaşmalar yapıldı. Bu hatta şimdilik yıllık 17 milyar metreküp olan
sevkiyat, 2012 yılında 30 milyar metreküp, 2015 yılında 65 milyar metreküp
civarında gerçekleşecek. Çin böylece Rus Gazprom şirketi ile arasındaki
anlaşmadaki fiyat uyuşmazlığı yüzünden gerçekleşmeyen sevkiyata bir alternatif
buldu. Rus şirketi bin metreküp için 400 dolar istiyordu. Türkmen gaz şirketi ise
bin metreküp için 250 dolara anlaştı. Bu da Rusların pazar gücünü kaybetmesine
neden oldu. Rusların Türkmenlerin gazı Avrupa’ya sevk etmesine mani olmak
isteyeceklerini bilmek için, falcı olmaya lüzum yok.
Tabi ki Küresel Sermayede
Çin’in boru hatlarını kendi finans etmesi ve ihtiyaçlarını direk olarak,
kimseyi karıştırmadan becermesinden dolayı son derece rahatsızdır.
Çin 2000 li senelerin
başlamasıyla, uyguladığı eğitim programının da meyvelerini her dalda almaya
başladı. Tarım alanında çeşitli yeni tohumlar yetiştirildi. Bilgi sektöründe “
Fangzhou”, “Longxin” çipleri geliştirildi. Dünyada şimdilik en hızlı bilgisayar
olan Tianhe-1 üretildi. Kendi navigasyon sistemini daha ileri seviyelere
getirmek için 2020 senesine kadar 35 uydu yollanması düşünülüyor. Böylece ABD,
GPS tekelinin yıkılması düşünülüyor. Radara yakalanmayan J-20 savaş uçağı, uzay
uçuşu ve hızlı tren projeleri de dünyada Çin’in yeni hedefini ortaya koydu.
Süper güç olmak. Fason üreticisi olan bir ülke sabırla yaptığı çalışmalar sonunda
her sahada yeni teknolojiler üreten bir ülke oldu. Ekonomi kadar, askeri gücü
de çok hızlı gelişti.
Çin’e gelen hammadde ve
mamullerin %40 kadarının Aden körfezinden gelmesi, ülkenin deniz kuvvetleri
gücünü ve çeşitli silah teknolojilerini öncelikle çağa uygun hale getirmesini
zaruri kılıyor.
Çin’in belirttiği rakamla
2010 askeri bütçesi 80 milyar dolaylarındadır. ABD’li uzmanlara göre 150 milyar
civarlarındadır. Bunun dışında birçok projede gizli olarak yürütülmektedir.
Çin güçlendikçe kendine
dayatılan bağımlılık yaratacak modeller yerine, ülkesine ve kültürüne uygun
bağımsız bir melez ekonomik model oluşturdu. Bu model yerel koşulları uyan,
üretimi teşvik eden, kamu kuruluşlarını kuvvetlendiren ve yeni teknolojilerle
uyum sağlayacak bir şekilde gelişti. Ayrıca Çin ülke ihracatını yerel koşullara
göre, kendi kurumlarınla belirlediği kurallarla düzenleyince Küresel Sermayenin
yatırımları da tehlikeye girdi.
Kısacası ülkenin menfaatleri
her şeyin üstünde tutuldu. 2010 yılı sonu rakamlarıyla Çin'in büyümesinin hızla
bir şekilde devam etmesi, milli gelirinin yükselmesi ABD ve AB'nin planlarının
kesin bir şekilde bozulmasına neden oldu. Kısaca diğer adıyla Küresel Sermaye
Çin'i kontrol edemiyordu. Bunun sonucu olarak gizli savaş şeklinin hızlıca değiştirilmesi
gerekiyordu. Savaşın yeni alanı enerjiydi. Büyüyen Çin’in yumuşak karnı enerji
açığıydı.
Yeni orta sınıfın devamlı
büyümesi, insanların yaşam şeklini değiştirmesine neden oldu. Bisiklet ülkesi
birden dünyanın en büyük otomobil pazarı oldu. Her sene büyüme devamlı enerji
tüketiminin artışını da beraberin de getirtti. Petrol tüketimi de bunun başında
geliyordu. Yapılan araştırmalara göre 2030 yıllarda dünya petrol tüketiminin %
80 ini ABD ve Çin tüketecek. Bu da petrol fiyatların artışına neden olacak. Bu
gelişim en çok ABD’yi etkileyecek.
Şimdilik savaşın en önemli cephesi Orta Doğu
gözüküyor. ABD petrolünün % 10-12 arasına bu bölgeden karşılıyor. Fakat AB,
Japonya ve şimdilik Çin buraya bağımlı gözüküyor. Sadece Çin petrol ihtiyacının
% 50 sinden fazlasını bu bölgeden karşılamaktadır. Yapılan anlaşmaların DOLAR
cinsinden olması için ABD’nin bölgeyi askeri olarak kontrol etmesinden
geçmektedir.
Çin 2012 yılı verilerine
bakıldığında dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumundadır. Uzmanların
yaptığı yeni değerlendirmelere göre 2030 yılına kadar birinci sıraya
yükselecektir.
ABD bunu engellemenin
yolunun başının İran’ı bölmekten geçtiğini düşünmektedir. İran, Çin’in petrol
ihtiyacının % 14 ünü karşılamaktadır. Çin, İran’la yaptığı ticari anlaşmalar ve
gizli savunma teknolojileri transferiyle bu ülkeyi güçlendirmektedir. İki ülke
de şu anda anahtarın İran olduğunu bilmektedir. Türkiye ise istemediği bir
menfaat çatışmanın ortasında kendisini erken bulmuştur. ABD kendi çıkarları
gereğince BOP projesini devreye sokmak istemektedir. Eğer bu proje başarıyla
sonuçlanırsa ileride Türkiye’nin tarihten gelen Asya Müslüman ülkeleri
üzerindeki etkisi canlandırılmak istenecektir. Çin de bunu İran vasıtasıyla
engellemek istemektedir. Ayrıca iki tarafta tarihin derinliklerinde kalan Talas
savaşında Karluk, Yağma, Çiğil Türklerinin ve Abbasilerin birleşerek, Çin’in
Asya’da ilerlemesini bitirip, durduklarını çok iyi biliyorlar. Ayrıca ABD’nin,
Pakistan ve Afganistan üzerinden Taliban güçlerini Çin’in Uygur bölgesine yönlendirme
çalışmaları başarısız olmuştur.
ABD’nin esas korkusu 2030
yılından itibaren Çin, Hindistan, Pakistan ve diğer Şanghay ülkelerinin
aralarında ortak pazar oluşturmasıdır. Bu da “DOLAR” İmparatorluğunun sonu
demektir. Bizim gibi insanlar bu verileri bu kadar değerlendiriyorsa, iki
ülkenin kurumları ve düşünce kuruluşları ne senaryolar hazırlamaktadır. Başka
bir deyişle bir ipte iki cambaz oynamaz. Bundan sonra sahneye konacak oyunları
başka yazılarda paylaşmak ümidiyle...
İlk yayınlanma tarihi 03-01-2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.