Cihan Dura |
Türkiye’yi
yönetenler; 1940’lı yıllardan beri -tıpkı Osmanlı padişahlarının
vaktiyle yaptığı gibi- kapitalist ve emperyalist ülkelere çeşitli
yollardan, Millî İrade’ye aykırı olarak ayrıcalıklar tanımıştır,
tanıyorlar. Günümüz Türkiye’sinin yöneticileri ulusumuzun varlık koşulu
olan “tam bağımsızlık”tan, hemen bütünüyle vazgeçmiş görünüyorlar.
Bugünkü
Türkiye -Atatürk’ün aramızdan ayrılışından sonra izlenmeye başlanan
gayrimillî ve teslimiyetçi politikalar sonucunda- artık, tam
bağımsızlığını şeklen koruyan bir ülke konumuna gelmiştir. Eğer bu durum
devam ederse, çok yakın bir gelecekte bağımsızlığımızın bütünüyle
yitirilmesi ve -çağdaş biçimleriyle- yabancı egemenliği altına girmesi
–ne yazık ki- zayıf olmayan bir olasılıktır.
Devletimiz,
Atatürk sayesinde kazandığı tam bağımsızlığını kaybetme sürecine nasıl
ve hangi yollardan girdi? Okuduğunuz yazıda bu sorunun yanıtını vermeye
çalışacağım.
Bilimsel
bir yasa gibidir: Büyük bir devletle ittifak ve ikili anlaşmalar yapan,
ondan “yardım” alan nispeten küçük boyutlu azgelişmiş ülkeler;
bağımsızlıklarını çok geçmeden yitirmeye başlıyor. Başka bir deyişle
“kendi işlerinde Millî İrade’ye uygun olarak serbestçe karar alma güç ve
yetkileri” zayıflıyor, hatta ortadan kalkıyor. Yasa Türkiye özelinde de
geçerliliğini kuvvetle korumaktadır. Bu yasayı doğrulayıcı kanıtları
aşağıda sunacağım. Kanıtlar aynı zamanda Türkiye’nin tam bağımsızlığını
nasıl yitirdiği sorusunun da yanıtını vermiş olacaktır.
Türkiye’nin bağımsızlığı emperyalist ülkeler tarafından başlıca şu yollara başvurularak zayıflatılmış, yok edilmiştir: Askerî tehdit, kültür emperyalizmi, işbirlikçi bulma, politika dayatma, uluslararası antlaşmalar, yardım.
1) ASKERÎ TEHDİT
Emperyalist ülkeler (İngiltere, Fransa, İtalya,...) , XX. yüzyılın başlarında Türkiye’nin bağımsızlığına işgal yoluyla tamamen son vermeyi denemiş; ancak Türk ulusunun, Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde ve “Ya İstiklal, Ya Ölüm” parolası ile direnmesi üzerine, bunu, o yıllarda başaramamıştı. Ne var ki Emperyalist Batı -Lord Curzon’un “Yine bize geleceksiniz. Bugün reddettiklerinizi, günü gelecek, kabul edeceksiniz”
tehdidinden açıkça anlaşılacağı gibi- hâin emelinden asla vazgeçmedi.
Sonraki yıllarda bir askerî müdahale olmamıştır ama, bu kez soğuk savaş
yöntemleriyle sonuç almaya çalışmışlardır. Bunun kanıtlarına geçmeden
kısaca değinmeliyim ki, içinde bulunduğumuz günlerde askerî müdahale
seçeneği de gündeme gelecek gibi görünüyor. Bu tahminimi Türkiye’nin
Ortadoğu cehennemine sürüklenmesi sürecinin gözleminden hareketle
yapabiliyorum.
Kanıtlar:
ABD
Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığını baştan beri sürdürmüş, çıkarları
gerektirdiğinde ülkemize silah ambargosu uygulamaktan çekinmemiştir.
Uzman adı altında “tetikçiler”, casuslar kullanmıştır.
-M.
Emin Değer (1993): Lozan’ı tanımayan ABD’de, Kemalist Türkiye yıllarca
protesto edilmiş, milliyetçi Türk hükümetinin, hedeflerine asla
varamayacağı, Kemalist rejimin mutlaka yıkılacağı ileri sürülmüştür. ABD
bir ulusal kurtuluş zaferi üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti’ni
asla içine sindirememiştir. Çünkü bir ulusal kurtuluş savaşı sonunda
kurulmuş olan devletimizin dış politikası, antiemperyalistti,
bağımsızlıkçıydı.
ABD,
Ortadoğu’da kendi kendine yeterli, kararlarını kendisi veren bir Türkiye
istemiyor. Çünkü böyle bir Türkiye; birinci olarak, Ortadoğu’da güç
dengesini altüst edebilir. İkinci olarak, gelişmekte olan ülkelerin
lideri durumuna gelebilir. Öyleyse, Türkiye sürekli olarak ABD’ye bağımlı kalmalıdır. İstediği budur ve bu yolda çok çalışmış, çok mesafe kaydetmiştir.
- ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’dan Başbakan İsmet İnönü’ye (1964): 1947 Anlaşması’na göre, size verdiğimiz askerî yardım malzemelerini benden izin almadan kullanamazsınız!
- ABD
1974 Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra Türkiye’ye silah ambargosu koydu.
Ambargo üç yıl sürdü. Türkiye, parasını ödediği malzemeyi bile alamadı.
- Başbakan İsmet İnönü (1964): “Bürokratlar
öneriler hazırlayacaklar, yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafını uzman
denilen yabancılar almış, iğfal etmeye çalışıyorlar. O da olmazsa, işi
sürüncemede bıraktırıyorlar. Başaramazlarsa, karşı önlem alıyorlar. Bir
görev veriyorum, sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor.”
-Dışişleri Bakanı İhsan S. Çağlayangil (1974): “ABD
bir ülkede demokratik yönetim olmuş, milliyetçi yönetim olmuş, faşist
yönetim olmuş, hiç bakmaz ona. Amerika o ülkenin kendisine ne ölçüde
tabi olduğuna, kendi politikasının ne ölçüde uydusu haline gelebildiğine
bakar. CIA benim altımı oyar. Elinde imkân var, yabancının... Nüfuz
edip öyle girmiş ki içime, arasam da bulamam!”
-İngiliz istihbaratına yakın gazeteciler (2000’ler): “Ellerindeki bütün serveti alana kadar Türkleri oyalayın.”
2) KÜLTÜR EMPERYALİZMİ
Derin Merkez çok etkili ve önemli bir araç olarak, ülkelerin bağımsızlığını zayıflatırken kültür emperyalizminden geniş ölçüde yararlanır.
-Türkiye’de
kamuoyuna egemen olmak için, başta televizyon ve Internet olmak üzere,
kitle haberleşme araçlarını kullanarak, yurttaşların beyinlerinin
sistemli ve sürekli olarak yıkanması sağlanıyor. Eğitim ve kültür
kurumları, şu ya da bu yoldan emperyalist devletlerin çıkarlarıyla
uyumlu hale getirilmektedir. Böylece toplumdaki diplomalıların çoğu,
“boyun eğmeye yatkın,” “bağımsız düşünme yeteneğinden yoksun” sözde
aydınlar olarak yetişmeye başladı. Bunlar Türkiye’yi gerçek bağımsızlığa
kavuşturmak bir yana, ülkenin bağımsızlığını daha fazla yitirmesine
katkıda bulundular, bulunuyorlar.
- ABD Senatörü Beveridge (1898) konuşuyor: “Daha
yüksek insanlıklar önünde alçak uygarlıkların ortadan kalkması,
Tanrı’nın sınırsız tasarısının bir parçasıdır. Dünya ticareti bizim
olmalıdır, olacaktır. Bunu Anamızı (İngiltere’yi ) örnek alarak
gerçekleştireceğiz.”
Kendileri dışındaki toplumları “alçak” uygarlık olarak görüyorlar.
- Thornburg Raporu’ndan (1947): Türkiye, Amerikan çıkarlarının
büyük önem kazandığı bir yerde bulunmaktadır. Türkiye bizden yardım
isterse, yalnız sermayemizi değil, aynı zamanda hizmetlerimizi, geleneklerimizi ve ideallerimizi değerlendireceğimiz ve elden gitmesine izin vermeyeceğimiz bir yatırım fırsatı doğacaktır.
3) İŞBİRLİKÇİ BULMA
Emperyalist
ülkeler, daha doğrusu bunların küresel şirketleri bağımsızlığını yok
etmek istedikleri ülkede kendilerine hizmet edecek ortaklar,
işbirlikçiler bulur. Atatürk Gençliğe Hitabesi’nde bunları, “iç bedhahlar” olarak anar.
İşte buna dair bazı kanıtlar:
-Emperyalizm baştan beri Türkiye’de “Biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız”
diyen, korkak, çıkarcı ve mandacı kişilerin iş başına gelmesine destek
verdi. Bu yöneticiler devletimizi, Atatürk Yolu’ndan adım adım
saptırarak, Batı’nın emellerinin gerçekleşmesini sağlayacak şekilde
yeniden yapılandırmaya giriştiler. Hayli başarılı da oldular:
Bağımsızlığımız bu yoldan çok ağır darbelere maruz kaldı.
- ClA Gizli Hizmetler Direktörü R. Bissel’in raporundan: Başlıca görevimiz müttefik kişi ve örgütler
bulmak, onlarla ilişki kurmak, ortak ilkeler için çalışmaktır. Birleşik
Amerika doktrinine inandırılan ve eğitilen, o ülkenin yurttaşlarından
daha fazla yararlanılmalıdır. Onların, ideallerimiz anlatılarak,
eğitilerek ve devamlı iş önerilerek, casusluğa atılmaları
özendirilmelidir.
- Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin (1946): “Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”
Bu öneri Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu tarafından kabul görmüştür.
- Metin Toker’in “Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları”
adlı kitabından: Biz Kıbrıs’a çıkmayı ilk kez 1964’de istedik. O
girişimimiz Johnson’un ünlü mektubuyla durduruldu. ABD Başkanı, İsmet
Paşa’ya teşhisi koymuştu. Çok geçmeden, General Porter diye biri geldi.
Ankara’ya bizzat Başkan Johnson tarafından gönderilmişti. Görevi İsmet
Paşa’nın “hayır” dediği önerileri, Türkiye adına kabul edebilecek bir
başbakan bulmaktı. Aynı günlerde CIA ajanları da Türkiye’de bir anket
yapıyordu. General Porter ve CIA ajanları, aradıkları adamı sonunda buldular. İsmet Paşa Hükümeti düşürüldü. Yeni başbakan Süleyman Demirel’di!
-Richard Podol adlı bir ABD görevlisinin raporunda (1975), ABD yardımının amaçları ve emperyalizmin Türk bürokrasisine nasıl yön verdiği
şöyle açıklanıyor: Yirmi yıldır Türkiye’de faaliyette bulunan Amerikan
yardım programı, ürünlerini vermeye başladı. Hemen hemen bütün bakanlık
ve kamu iktisadi kuruluşlarındaki önemli mevkiler, Amerikan eğitimi görmüş Türklerin
eline geçmiştir. Bu kimseler bulundukları kuruluşlarda, “ilerici güç”
konumundadır. Genel müdür ve müsteşarlık mevkilerinden daha yüksek
görevlere kısa sürede geçmeleri beklenir. AID, bütün çabalarını bu gruba
yöneltmelidir. Türk idarecilerini, geniş ölçüde “indoktrine” etmek gerekir.
Burada özellikle orta kademe yöneticiler üzerinde durmalı, onlara yeni
davranışlar kazandırmalıdır. Bu grubun yakın gelecekte yüksek sorumluluk
mevkilerine geçecekleri düşünülürse, bütün gayretlerin onlar üzerinde
toplanması doğru olur.
- IMF, AID, Dünya Bankası gibi kuruluşlar; kimi ülkelerde bir politikacıyı tutarak, politikalarına onun eliyle yön verir.
-1983
yılı genel seçimleri öncesi ... Türkiye’ye Kissenger’dan tutun da,
Richard Perle ve A. Haig’e kadar bir sürü Amerikalı gelip gidiyor. Biri,
Başkan Reagan’dan mektup getirmiştir Kenan Evren’e. Geliş nedenleri,
açıklanmıyordu ama tahmin ediliyordu: “Özal onların adamıydı,”
seçim şansı elinden alınmamalıydı. Etkilediler ve sonucu aldılar: Askere
düzenlettikleri 12 Eylül sistemini kendi adamlarına emanet ettiler!
,
12 Eylül bir tarihsel dönüm noktasıdır: O günden sonra ABD, Türkiye’de sözünü tam geçireceği bir düzen kurdu. Turgut Özal’ı buldu! Sistemi ona emanet etti. ABD’nin bir dediği iki olmadı, Özal döneminde.
1983-1993 arasında önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı olan Turgut Özal konuşuyor: Kapıları ardına kadar açacağız. İsteyen
istediği yere yatırım da yapacak, istediği yerde mülk de alacak,
ticaret de yapacak. Bakın Batı’da serbest piyasa olmayan yerde demokrasi
var mı? Bu dediklerimiz gerçekleştirilirse, Türkiye Ortadoğu’nun
Amerika’sı olur. Ortaklık AKP iktidarında da devam etti. Özal’ın dediklerinin çoğu, asıl AKP lideri R. T. Erdoğan döneminde uygulamaya kondu.
-IMF Avrupa Masası Şefi Wiltom’dan T. Özal’a (15 Eylül 1980): Mr. Özal, siz işin başında iseniz, biz endişe değil sevinç duyarız. Sizin adınız bizim için yeterlidir.
-CIA’nın T. Özal biyografisinden (1990’lar): Gelmiş geçmiş en ABD yanlısı Türk lideri!... (Bugünlerde ikinciliğe düşmüş olmalı. cd)
-ABD Başkanı W. Clinton (1993): ABD’nin en büyük müttefiki Turgut Özal’ın ölümü büyük bir kayıptır.
-Rahmi Koç (TÜSİAD): “Amerika karar verdiğini yapıyor. Güç onda. Amerika bir şey dediği zaman hepimiz boyun eğeceğiz.”
-Aydınlık gazetesinde bir yorum (19.4.2011): CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen, CHP eski genel başkanı Deniz Baykal yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun
geleceğinin 3 yıl önce kendisine bildirildiğini söyledi. Amerika-İsveç
merkezli Silkroad Enstitüsü temsilcilerince sunulan bir raporda Deniz
Baykal’ın istifaya ikna edilip, yerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun
alacağından söz ediliyor. Rapor’da Baykal’ın istifasıyla, Kılıçdaroğlu
CHP’sinin yeniden Avrupa tarzı ve merkezî bir sosyal demokrat parti
olarak ortaya çıkacağı belirtiliyor. 2008 tarihli raporun CHP’nin
yenilenmesi söylemi ile, Kılıçdaroğlu’nun günümüzdeki “Yeni CHP” sloganı
arasındaki örtüşme anlamlı değil mi?
-Barack Obama (ABD Başkanı, 2012): “Kendisiyle gurur duyduğum beş liderden biridir: R.T. Erdoğan’ın
söylediklerine inanırız. Taahhütlerde bulundu, o doğrultuda
ilerleyeceğine inanıyoruz. Amerika'nın çıkarları ve ilgileri konusunda
titiz davranacağını biliyoruz.”
- İsmet İnönü: “Hiçbir ülke yoktur ki kendi içinde bizimki kadar çok hain yetiştirmiş olsun.”
4) POLİTİKA DAYATMA
Derin
Merkez (dev küresel şirketler koalisyonu) bir ülkenin bağımsızlığını şu
yoldan da yıpratabilir: Hedef ülkeye politika dayatır, rejim dayatır.
Ülkenin sanayileşmesini engeller. Kaynaklarını sömürür. Buna karşı çıkan
hükümetleri düşürür. Kanıtlar veriyorum:
-1950’de özel girişimciyi desteklemek üzere Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Dünya Bankası’nın önerisiyle kurulur. Bankanın özel bir kuruluş olmasına, Amerikalılar tarafından ayrı bir önem verilmiştir.
- İsmet İnönü’nün, ABD ve Türkiye ilişkileri hakkındaki bir yorumu (1964): Bağımsız
iç ve dış politika güdemez, havanda su döversiniz. Sanmayın ki kolay
iştir. Kurtulmaya teşebbüs ettiğinizde başınıza neler gelir,
bilemezsiniz.
-
Dünyada Amerikan çıkarlarının bekçisi olan IMF, Dünya Bankası ve AID
gibi kuruluşlar; hep Türkiye’nin tarım ülkesi olmasını istemiş ve sanayi
yatırımlarını desteklememişlerdir. Türkiye’nin sanayi yatırımları
yapması, bu kuruluşlarca “gelişmenin ana engeli” olarak görülmüştür.
Kredilerin ön-koşullarıyla Türkiye, tarım dışına yatırım yapmamaya
zorlanmıştır.
-Emperyalizm;
Türkiye’nin önünü kesmek için, dışa muhtaç ve bağımlı, asalak,
sanayileşmeyen, doğal kaynaklarını kullanamayan bir Türkiye’nin oluşması
için mümkün olan her yola başvurmuştur.
-Executive Intelligence Review Raporu’ndan (1977): Türkler bir türlü o kahrolası gelişme programlarından vazgeçmiyor.
- İdris Küçükömer yazıyor, tarih 15 Şubat 1970: “Demirel
kendine özgü deneyimiyle yeni bir denge kurmaya çalışınca,
emperyalizmin bazı alanlardaki oyunlarıyla uyuşmaz bir pratiğe girdi.
Şimdi, Demirel’in ayağı altındaki toprak da kaymaktadır.” Süleyman
Demirel Türkiye için büyük sakıncalar doğuracak konularda, ABD’nin
etkilerini geçiştirmeyi yeğleyen bir tutum izlemiştir. 12 Mart ve 12
Eylül’de düşürülmesinde bu tutumunun payı olduğu kuşkusuzdur.
Ramazan Kurtoğlu (İktisatçı ve Uluslararası Finans Uzmanı): “Amerika’nın
yeni milli güvenlik konsepti; kendi içinde homojenliği beslerken,
dışarısı için her ülkenin kendi içinde etnik ve dinsel mikrolaşmayı,
cemaatleşmeyi ve çatışmayı öngörüyor.”
-Graham Fuller ve Paul Henze (CIA ajanları, 1980’ler): “Atatürkçülük
ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok
kültürlü, çok dinli, çok ırklı bir yapıyı dönmelidir. Bunun için en iyi
yol Ilımlı İslam’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir.”
-Recep Tayyip Erdoğan (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, 2005’ler): “Bir mozaik oluşturacağız. Bu mozaikte 30’u aşkın etnik topluluk olacak.”
- Paul O’Neill (ABD Hazine Bakanı,2001): “IMF
programlarının başlatıldığı ülkelerde, hükümetlerin, istediğimiz
adımları atmaları; yapacağımız yardım programından önce gelmeli. Önce
reform, sonra para!”
5) ULUSLARARASI ANTLAŞMALAR
Büyük
devletlerin, az gelişmiş ülkelerin bağımsızlıklarını ortadan kaldırmak
için başvurdukları yollardan biri de “askerî ittifaklar” ile bunları
izleyen “ikili antlaşmalar”dır. Bu tuzağa Türkiye de düşürülmüştür. Söz
konusu antlaşmalar çerçevesinde tanınan ayrıcalıklar, askerî bakımdan
tek bir devlete bağlılık; Türkiye’nin iç işlerinin, dolaylı olarak
ABD’nin denetimine girmesi, dolayısıyla bağımsızlığının yıpranması
sonucunu doğurmuştur.
İşte bazı kanıtlar:
-1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü…
Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP
Hükümeti ABD’den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye
oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor.
Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar
giymeye başlıyor.
-Çetin Yetkin: Çok
partili düzene geçilmekle birlikte, Türkiye’nin bağımsızlığı üzerine
ABD’nce ipotek konulacaktır. Türkiye’nin, bugün sömürgeleşme sürecinde
nerdeyse son noktaya gelmesinin temeli, 1945-1950 arasında atılmıştır. Türkiye’yi ABD’nin yörüngesine sokmakta o zamanın iktidarı da, muhalefeti de -CHP de, DP de- tam bir görüş birliği içindeydi. (Bugünkü AKP-YCHP görüş birliğini hatırlatıyor.cd)
-ABD’li ünlü stratejistler Prof. Wahlstetter, Rutsel, Kaplan ve Goblenz: Türkiye’yi,
Türklere bayıldığımız için değil, Batı’nın petrolünü koruduğu için
güçlendiriyoruz. Türkiye, Ortadoğu’da ideal bir araçtır. Çünkü Türkiye
bu bölgede, ABD stratejisinin gelişmesine aktif olarak katılan ve
Birleşik Devletler’in yüzünü güldüren tek devlettir.
-McNamara (1967): Türkiye
ile olan ittifak ilişkilerimizi sürdürmekte büyük çıkarlarımız var.
Çünkü -Yunanistan ve İran ile birlikte- bu ülke; Sovyetler Birliği,
sıcak deniz limanları ve Ortadoğu’nun petrol yatakları arasında yer
almaktadır.
–Türkiye
ve ABD ilişkileri İkinci Dünya Savaşı sırasında başladı ve 1947
Anlaşması ile, ilk kez resmî kimliğe büründü. 1950 sonrası hükümetleri
Türkiye’yi tam anlamıyla emperyalizmin tuzağına terk etti. ABD daha
sonra, NATO anlaşması ile Türkiye’ye iyice yerleşti. 1954 Askerî
Kolaylıklar Anlaşması ve bunu izleyenlerle, ülkemizde önemli büyüklükte
askeri varlık konuşlandırdı. 1969 Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması ile
29 Mart 1980’de imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması
bağımlılığımızı daha da pekiştirdi.
6) YARDIM
Bir
ülkenin bağımsızlığını yok etmenin bir yolu da o ülkeye “yardım”da
bulunmaktır. Yardım mali yardım, askerî malzeme veya başka türden
olabilir. Kılıf insanî görünür, asıl amaç başkadır: Ülkenin karar alma
mekanizmaları etki altına alınarak, kendi emel ve politikalarını
dayatmaktır. Böylece bu yoldan da ülkenin bağımsızlığı ipotek altına
alınmış olur. İç ve dış işlere müdahale edilir. Ekonominin kilit
noktaları ele geçirilir. Hükümet, kararlarını serbestçe ve kendi
halkının lehine alamaz. Sonuç bağımsızlığın bir parça daha eksilmesidir.
İşte “yardım” aracına dair bazı kanıtlar:
-Teresa Hayter (İngiliz yazar ve aktivist): Dış
yardım ancak emperyalist güçlerin, yarı-sömürge ülkeleri sömürmeye
devam edebilmek için katlandıkları bir fedakârlıktır. Yardım koşulsuz
verilmez; ön-koşul, önerilen politikayı uygulamaktır.
-Yardım
alan ülke; politikalarını, IMF, AID, Dünya Bankası gibi kuruluşların
önerilerine göre düzenlemeye başlayınca, bağımsızlığını ipotek altına
koymuş demektir. Yardım kuruluşları bir hükümetten hoşnut değilse,
yardımı keser ya da azaltır. Dünya Bankası’nın ve benzeri kuruluşların
asıl amacı, ABD’nin uygun gördüğü politikayı az gelişmiş ülkelere kabul
ettirmektir.
-ABD
ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği”
doktrini olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi
Kemalist Yol’dan saptırdı. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine
uygun şekilde yeniden yapılandırıldı. 1923-1938 Türkiye’sinde, Atatürk
zamanında ne yapılmışsa yıkılmaya başladı, ters yüz edildi:
Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu.
ABD ile ikili antlaşmalar yapıldı. Bunlarla siyasal ve ekonomik
bağımsızlığımız törpülendi, giderek yok edildi. Türkiye ABD için bir
hammadde deposu ve pazar haline getirilmeye başladı. Millî eğitimimiz
ulusal olmaktan çıkarıldı, Ona Amerikan çıkarlarına uygun bir yapı
kazandırıldı. Atatürk Devrimlerinin birinci güvencesi olan köy
enstitüleri kapatıldı. Yerine imam-hatip okulları açılmaya başladı.
Ekonomi politikası olarak devletçilik sulandırıldı. Türkiye IMF’nin
kıskacına sokuldu. Dış borçlanma başlatıldı. Ulaştırmada demiryolları
terk edildi, karayoluna ağırlık verildi. Türkiye’nin sanayileşmeden
vazgeçmesi yönünde telkinler yapıldı. İrtica yeniden harekete geçme
imkânı buldu.
-Rockefeller (1956): Azgelişmiş ülkelere yapılan yardımda özel amaç, o ülke ekonomilerinin kilit noktalarını ele geçirmektir.
-G. Ford (ABD başkanlarından): Dış yardım yoluyla ilişkili olduğumuz ülkelerin iç ve dış işlerine karışabiliriz.
-
Nelson A. Rockefeller’den ABD Başkanı Eisonhower’e mektup (1956):
Bizimle dost ve bize askeri paktlarla bağlanmış olan ülkelere yönelik yardım ve krediler, öncelikle askerî nitelikte olmalıdır. Oltaya yakalanmış balığın yeme gereksinmesi yoktur. Genişletilmiş ekonomik yardım -örneğin Türkiye’ye- beklenenin tersi sonuç verebilir. Yani bağımsızlık eğilimini artırıp, mevcut askerî paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkelere -Türkiye gibi- doğrudan doğruya ekonomik yardım da yapılabilir; ancak bu bize uygun ve bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize düşman muhalifleri zararsız kılacak biçim ve miktarda olmalıdır. Özel sermaye yatırımları teşvik edilmeli, onlardan akıllıca yararlanmalıdır. Bu yatırımlar sayesinde birçok politik amaca ulaşılabilir. ABD ile işbirliği yapmaya hazır yerli işadamlarına yardım
artırılmalı; böylece bunların, ülke ekonomisinde kilit noktaları ele
geçirmeleri, bu sayede de politik etkilerini artırmaları sağlanmalıdır.
-Cevdet Sunay (Genel Kurmay Başkanı, 1966-1973): “Donumuza kadar her şeyimizi Amerika veriyor. Tabii ki onu dinleyeceğiz."
-J. F. Kennedy (ABD Başkanı, 1962): “Dış yardım ABD’nin dünyayı denetleme ve etkileme araçlarından biridir.”
- Warren Cristopher’dan Başbakan B. Ecevit’e (Mayıs 1979): Eğer
“U-2 uçaklarına izin verilmesi” talebimiz reddedilirse, Türk-Amerikan
ilişkilerinin tonu değişir. Şunu da iyi bilin ki beklediğiniz yardımlar
gerçekleşmeyebilir.
- Marc Parris (ABD’nin Türkiye Büyükelçisi, 1997-2000): “Türkiye’nin
kenarda kalması savaşı birkaç hafta daha geciktirir, ancak ondan
sonrası var. ABD’den yardım istemeye kalktığınızda, Beyaz Saray’ın
telefonları hep meşgul çalar.”
-Jack Straw (İngiltere Dışişleri Bakanı, Türkiye’ye verilen desteği eleştiren bir muhalifine, 2005): “Tavşanı önce yakalayalım, derisini sonra yüzeriz.”
SONUÇ
Yazımızın sonucunu “ bağımsızlık nasıl elden gitti” sorusunun yanıtı ile bağlayabiliriz:
Askerî
tehdit… kültürel yayılma… işbirlikçiler: Emperyalist ülkeler askerî
tehdide başvuruyor. Hedef ülkenin insanlarını kültürel etki altına
alıyor. Sızmayı ve amacını kolaylaştırmak için o ülkede işbirlikçiler
buluyor. Politika dayatma… anlaşmalar ve yardım: İşbirlikçiler sayesinde
kendi lehlerine olan politikaların uygulanmasını sağlıyorlar. Bütün bu
yaptıklarını anlaşmalar ve bir takım yardımlarla destekliyorlar.
Hedef,
ülkenin doğal kaynakları ve pazarları: Peki, neden giriyorlar bunca
“zahmet”e? Ülkenin ekonomik kaynaklarını ve pazarlarını ele geçirmek
için! Buna giden yol da, o ülkede hükümet kararlarının kendi lehlerine,
başka bir deyişle dış –ve onlarla ortak çalışan iç- odakların lehine
alınması gerekiyor. Özetle, ülkenin bağımsız olmaktan çıkması gerekiyor.
Meclise, hükümete ve yargıya kararları istedikleri şekilde aldırmaya
başladıkları an, ülkenin tam bağımsızlığı yara almaya başlıyor. Süreç
devam ettikçe, ülkenin bağımsızlığı zayıflıyor, aşınıyor, sonunda
tamamen yok oluyor.
İşte Türkiye’de Atatürk’ten sonra yaşanan, esas itibariyle budur.
Verilen
ödünler her iktidar döneminde, her yıl birbirine eklene eklene sonunda
bugünkü emir kulu, boynu eğik, bütün kaynakları iç ve dış düşmanların
talanına açılmış, büyük güçlere tam anlamıyla bağımlı bir Türkiye
yaratılmış oluyor.