Cihan Dura |
Tam
bağımsızlık bir olgudur, gözlemlenebilir. Her olgu gibi, onun da
meydana gelmesine, oluşmasına yol açan başka olgular vardır. Bu sebepler
ortaya çıkıp gerçekleşmedikçe, tam bağımsızlık da gerçekleşemez.
Bağımsızlığın derecesi de bu unsurların gücüne bağlıdır. Onlardaki bir
gerileme, zayıflama, bağımsızlıkta da gerileme ve zayıflamaya sebep
olur. İşte bütün bu etmenlere “tam bağımsızlığın belirleyicileri” adını
veriyoruz.
Tam
Bağımsızlığın belirleyicileri iki açıdan ele alınabilir. “Tam
Bağımsızlığı sağlayıcı” etmenler, “tam bağımsızlığı yok edici” etmenler…
I) TAM BAĞIMSIZLIĞI SAĞLAYICI ETMENLER
Atatürk iki olgu üzerinde çok durmuştur: Millî egemenlik ve tam bağımsızlık.
Türkiye Cumhuriyeti’ni bu iki ilke üzerine inşa etmiştir. Türkiye
açısından, tam bağımsızlığı belirleyici unsurlara da değinmiştir,
bunları şöyle sıralayabilirim:
-Milletimizin uygarlık yeteneği,
-Kaynak kullanma başarısı,
-Egemenlik bilinci.
a) Uygarlık Yeteneği
Bir
milletin, devletiyle ayakta kalması, yaşaması için maddi güç yeterli
değildir. O millet aynı zamanda uygar eser yaratma yeteneğine sahip
olmalıdır: Edebiyatı ile, sanatı ile, bilimsel birikimi ile, teknik
buluşları ile, dünya çapında kendini göstermesi, kanıtlaması gerekir.
Uygar eser meydana getirme yeteneğinden yoksun bir millet, özgürlük ve
bağımsızlığından da yoksun kalmaya mahkûmdur.
Demek ki, milletimizin de özgürlük ve bağımsızlığı, ortaya koyduğu ve koyacağı uygar eserlere
bağlıdır. Milletimizin sahip olduğu medeni eserlere ancak şu örnekleri
verebilirim: Orhun Anıtları, Kutadgu Bilig, Süleymaniye Camii, Piri
Reis Haritası, Yunus Emre Divanı, Nasrettin Hoca fıkraları, Nutuk,
Anıtkabir,…
b) Kaynak Kullanma Başarısı
Atatürk
bu kavramdan, “bir milletin ekonomik yaratıcılığı”nı kast ediyor.
Millet kendi doğal kaynaklarını, insanını, sermayesini ve mevcut
teknikleri gereğince kullanmalı, bunları değerlendirebilmeli, onlarla
katma değer yaratabilmelidir. Bu kaynaklara yalnız kendisinin değil,
diğer ülkelerin kaynakları da dahil edilebilir. Öyleyse, Türk milleti
sahip olduğu arazinin servet kaynaklarından
faydalanmalı, bu yoldan bütün insanlığa da fayda sağlamalıdır. Bu
sorumluluğunu yerine getiremezse, yaşama hakkı ve bağımsızlığı yine
tehlikededir.
Kaynak
kullanmakta başarılı bir millet zenginleşir. Bu sayede kuvvetlenir;
kendi kararlarını kendi alma imkânı, dünyayı, başka ulusları etkileme
gücü artar.
c) Egemenlik Bilinci
Tam bağımsızlık için bir koşul da milletimizin kendi iradesine, kendi egemenliğine sahip çıkabilmesidir. Bu irade ve egemenlik şunun bunun eline, değersiz insanların, işbirlikçi bedhahların eline bırakılmamalıdır.
II) TAM BAĞIMSIZLIĞI YOK EDİCİ ETMENLER
Dünyada,
kendi refah ve gelişmelerini başka milletleri sömürmeye dayandırmış güç
odakları vardır. Bunlar şu veya bu şekilde o ülke insanlarını tutsak
ederler, olmayanları o duruma getirmeye çalışırlar; kaynaklarını,
pazarlarını ele geçirirler. Yöneticileri kendilerine bağlar, kullanırlar
ki, bu olguya emperyalizm diyoruz.
Dünyada
Emperyalizm olduğu sürece milletlerin, bu arada Türk milletinin de
bağımsızlığı hep tehlikede olacaktır. Ne yazık ki ülkemiz o güçlerin
etkisi altına uzun yıllardır girmiş bulunuyor. Söz konusu odakların
başında ABD gelmektedir. Onu İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi
ülkeler takip ediyor. Bu sonuncu ülkeler Avrupa Birliği şemsiyesi
altında ortak hareket edebiliyorlar. Ancak şunu önemle belirtmeliyim ki,
devletler görünürdedir. Onları da kullanan asıl sömürgen güçler vardır
ki, bunlar dev küresel şirketlerdir. En tepede “Derin Merkez” yer alır.
Demek ki Türk milletini tutsak etmek isteyen, bağımsızlığını yok eden,
perde arkasındaki asıl güç, Derin Merkez’dir; o merkezi oluşturan
küresel şirketlerdir.
‘***’
Bir
ülkenin bağımsızlığı hangi yollardan yok edilmektedir? Bunlar askerî
işgal, işbirlikçi kullanma, zayıf karakterli yöneticilerin etkisi,
ekonomik ve kültürel baskılar, askerî ve ikili anlaşma şekillerini
alabilir.
a) Ülke yabancı güçlerce fiilen ve temelli işgal edilir. Ulusun her türlü bağımsızlığına son verilir.
b) Ülke
fiilen işgal edilir. Yenilgiden sonra, ülkenin yabancı askerlerden
arındırılması karşılığında, o toplumdan ekonomik, mâli, adlî ve diğer
alanlarda bağımlılık yaratacak ödünler kopartılır.
c) Sömürgen devlet o toplumda “Biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” diyen kişiler bulur. Onları iş başına getirtir. Bu yöneticiler
ülkenin yazgısını her bakımdan koruyucu devlete bağlar. Toplum, uzun
erimde vasi devletin emellerini gerçekleştirecek şekilde yeniden
düzenlenir.
Atatürk bu tür kişilere karşı bizi şöyle uyarmıştır: “Bizi
[ekonomik hayatımızı geliştirme, böylece refaha ulaşma] amacına
erişmekten alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar
bizi bir sömürge yapmak için, ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat bizim
için, bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf vardır. O da
içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir.”
d) Kimi
politikacılar ve devlet adamları; zorluklar arttıkça, tam bağımsızlık
yerine “yarı bağımsızlığa” razı olmaya, halkı da buna boyun eğdirmeye
çalışırlar. Örneğin, Kurtuluş Savaşımızda, Rauf, Bekir Sami, Kara Vasıf
Bey’ler bu yolu denemişlerdir. Bunlar daha Sivas Kongresi sırasında
Amerikan mandası fikrini savunmuşlar; sonraları da, ellerine fırsat
geçtikçe benzer girişimlerde bulunmaktan çekinmemişlerdir.
Bu nedenledir ki, tam bağımsızlığı korumada en önemli sorun, bir toplumun yöneticilerinin
seçilmesi sorunudur. Yönetimi, ulusun kendi ayakları üzerinde durması
gibi zor bir ilkeyi uygulayamayacak denli zayıf ruhlu politikacıların
eline geçen bir toplum; bağımsızlığını korumada, dış düşmandan çok, iç
düşmanla uğraşmak zorunda kalır.
e)
Bağımlı duruma getirilen toplum artık, ya “tarımcı,” ürünlerini yok
pahasına satan, dışa bağlı ve muhtaç, ya da yeraltı zenginliklerini
işlemeden satan, asalak bir insan yığını olmaya mahkûmdur.
Sömürücü-koruyucu devlet; “yardım ettiği devlet”in sanayileşmesine,
doğal kaynaklarını kendi öz yararı için kullanmasına izin vermez. Bu
amaçla o ülke borçlanmaya itilir, özelleştirmelere, topraklarını,
ekonomik tesislerini satmaya zorlanır; yabancı sermaye yoluyla ekonomi
işgale uğrar. Türkiye’de 1980’den beri yapılan budur; uygulama 2002’den
bu yana korkunç boyutlara ulaşmıştır.
f) Koruyucu devlet; en etkili ve önemli bir araç olarak, kültür emperyalizminden
de geniş ölçüde yararlanır. Az gelişmiş ülkenin kamuoyuna egemen olmak
üzere, kitle eğitim ve haberleşme araçları (basın, radyo, televizyon,
Internet) yoluyla, yurttaşların kafaları sistemli ve sürekli olarak
yıkanır. Eğitim ve kültür kurumları, şu ya da bu yoldan koruyucu
devletin buyruğu altına girer. Böylece toplumdaki diplomalıların çoğu, “boyun eğmeye yatkın,” “bağımsız düşünme yeteneğinden yoksun”
sözde aydınlar olarak yetişir. Bunlar topluma öncülük edemezler; onu
gerçek bağımsızlığa kavuşturamazlar. Hattâ, eğer ülke bağımsız ise, bunu
yitirmesine katkıda bulunurlar.
g)
Büyük devletlerin, az gelişmiş ülkelerin bağımsızlıklarını ortadan
kaldırmak için başvurdukları yollardan biri de “sıkı ve geniş kapsamlı askerî ittifaklar” ile bunları izleyen “ikili anlaşmalar”dır.
Bu çerçevede tanınan ayrıcalıklar, ulusal orduyu kumanda olanakları,
askerî üsler, silah ve teçhizat bakımından tek bir devlete bağlılık gibi
olgular; az gelişmiş ülkenin iç işlerinin, dolaylı olarak büyük
devletin denetimine geçmesi sonucunu doğurmaktadır.
‘***’
Tam
bağımsızlığın ihlali; yabancı bir güce ödün verme, ayrıcalık tanıma
şeklinde ortaya çıkar. Her ihlal, yabancı odak (ülke, ülkeler topluluğu,
kuruluş,…) için bir kazançtır; o oluşuma Millet’e ait bir hakkın
devredilmesi demektir. Yabancının kazandığı –dolayısıyla milletin
kaybettiği- bu hakka genel olarak “kapitülasyon” adı verilir.
Kapitülasyon bağımlılığın ürünüdür, tam bağımsızlığın zedelenmiş
olduğunun en açık bir göstergesi ve kanıtıdır.
Örnek verelim.
a)
Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerine ödün vere vere, sonunda ekonomik,
malî ve politik bağımsızlığını yitirmiş, Avrupa devletleri önünde
kapitülasyon zincirleriyle diz çöktürülmüş bir devlet haline gelmişti.
Atatürk’ten bir kez daha dinleyelim:
-Bir
devlet düşünün ki kendi uyruğuna koyduğu bir vergiyi yabancılara
koyamaz; gümrük işlemlerini, resimlerini ülkenin ve milletin
ihtiyaçlarına göre düzenlemesi engellenmiştir; bir devlet ki bunların da
ötesinde yabancılar üzerinde yargı yetkisini uygulamaktan men
edilmiştir. işte böyledir bağımsızlığından yoksun olan bir devlet!…
-Osmanlı’da
devletin ve milletin yaşamına yapılan müdahaleler bu saydıklarımdan
ibaret değildi, daha fazla idi. Doğrudan doğruya milletin yaşamsal
ihtiyaçlarından olan, örneğin demiryolu yapmak için, fabrika yapmak için
devlet serbest değildi; mutlaka dış müdahale vardı. Bu şekilde hayatını
teminden menettirilen bir devlet bağımsız olabilir mi? Gerçekte Osmanlı
Devleti bağımsızlığını çoktan kaybetmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların
serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi; Osmanlı içindeki Türk
milleti de tamamen tutsak durumuna getirilmişti. Bu sonuç milletin kendi
iradesine ve kendi egemenliğine sahip bulunamamasından, bu irade ve
egemenliğin şunun bunun elinde kullanılagelmiş olmasından
kaynaklanıyordu.
-Ben
bu haksızlığa karşı çıktım. Milletimin başına geçerek İstiklal
Savaşımızı başlattım. Milletimin gasp edilmiş haklarını geri aldım.
Ülkemi tam bağımsız kıldım.
b)
Geçmiş ve günümüzdeki Cumhuriyet hükümetleri de tam bağımsızlığımızı
zedeleyen ya da ortadan kaldıran kararlar almış, antlaşmalar
yapmışlardır. Bunlara şu örnekleri vermekle yetinelim:
-İsmet Paşa döneminde, 1940’ların sonunda ABD ile yapılan İkili Antlaşmalar.
-IMF ile ilişkiler çerçevesinde alınan kararlar.
-1995 Gümrük Birliği Antlaşması,
-Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde kabul edilen bazı yasa ve yönergeler.
‘***’
Tam bağımsızlığın ihlaline yol açan bir diğer faktör de halktaki bilinçlenme eksikliğidir.
Birçok
alanda olduğu gibi bağımsızlık konusunda da halktaki bilinçlenme
eksikliği, ciddî bir handikaptır. Türkiye bakımından açıklamak
gerekirse, halkımızın bağımsızlık ve özgürlüğün mahiyetini, yüksek
değerini kavramış olduğunu ne yazık ki, söyleyemeyiz. Bu tehlikeli
durumun temel sebebi; tam bağımsızlık bilincinin, yıllardır, halkımıza
sürekli ve yeterli şekilde aşılanmamış, bir eğitim konusu olarak
görülmemiş olmasıdır. Öyle ki, okumuşlarımızda, aydın olarak
nitelediğimiz birçok kimselerde bile tam bağımsızlık bilinci ya yoktur,
ya da zayıftır. Üstelik bu ihmal giderek artmıştır, artıyor. Günümüzde
ise -ne yazık ki- tam bağımsızlık ülküsü tamamen unutulma yolundadır.
Bunda, son yıllarda dal budak salan küreselleşme ve liberalizm
propagandasının önemli etkisi olduğu bir gerçektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.