11 Mayıs 2014 Pazar

Halkımız AKP'ye Değil " Sanal Refah'a " Oy veriyor


30 Mart yerel seçimlerinin ardından çok şeyler yazıldı, değerlendirmeler, yorumlar yapıldı. Kimine göre sonuca saygı duymalıydı, Çünkü Millî İrade böyle buyurmuştu. Kimi halkı suçladı. Bu son kesimin yorumu genel olarak şöyleydi: Halkımız, çok zor koşullar altında geçimini sürdürmesine rağmen,  nasıl oluyor da kendisini bu duruma mahkûm eden bir partiye oy vermekte ısrar ediyor? Sayıları milyonları bulan bu insanlar nasıl oluyor da böyle bir çelişkiye düşüyor, insan mantıklı hareket etmez mi? Haydi birkaç yüz bini, hatta bir iki milyonu etmedi, hepsi mi mantıksız davranıyor? Bir yazarımızın deyişiyle “mazoşist” mi bunlar?

Bana sorarsanız yanıtım şudur: Hayır AKP’ye oy verenler mazoşist değil, kendi açılarından mantıksız da davranmıyorlar. Çünkü mahkûm edildikleri yoksulluk koşullarından çıkışın bir yolunu bulmuşlar, daha doğrusu onların önünde böyle bir çıkış yolu birileri tarafından özellikle açılmış. Nasıl bir çıkış yolu bu? Kısaca ifade edeyim: Tüketici kredileri ve bir tür sadaka sistemi!… Aşağıda açıklıyorum.


1) Önce tüketici kredileri üzerinde duralım. 2012 tarihli bir makalemden[i] özetliyorum:
Türkiye’de AKP iktidarının başta gelen işlerinden biri, tüketici kredileri ile kredi kartları kullanımında yarattığı büyük patlamadır. Böylece halkımız gelecekteki kazançlarını şimdiden harcamaya, ciddî ve tehlikeli bir şekilde borç altına girmeye başlamıştır. Gerçekten 2011’de Türkiye nüfusunun yarısından fazlası (yüzde 56’sı) bankalara borçlu durumdaydı. Bugün bu oran yüzde 80’e yükselmiş bulunuyor. Tüketicilerin büyük bir kısmı kredi ve kredi kartı borçlarını ödeyemediği için bankalar tarafından takibe alınmıştır.

Bu borçlanma furyası, yani “yurttaşların, henüz kazanmadıkları paraları harcamaları” olgusu; literatürde “sürekli borçlanma ekonomisi” başlığı altında inceleniyor. Uygulamanın önemli etkilerinden biri şu: Halk, örneğin Türk halkı; çiftçi, işçi ve memur reel gelirinde meydana gelen düşüşün etkisini kısa vadede daha hafif hissediyor, hatta hissetmeyebiliyor. Reel gelirler düşerken, tüketici kredisi ve kredi kartı kullanımı sayesinde yaşam standardını yükselten harcamalar bile yapabiliyor. Sonuçta yurttaş kendini mutlu hissediyor. Ne var ki uzun dönemli olarak bakarsak, aslında bu bir “yalancı mutluluk”tur, “yalancı bir refah artışı”dır, bedeli zamanı gelince pahalı ödenecektir. Çünkü o mutluluk da, refah artışı da kat kat geri alınacaktır.  
 ‘***’
Yukarda açıkladığım gerçekler göz önüne alınırsa, Türk halkının önemli bir bölümünün, en olumsuz koşullar içinde gırtlağına kadar borca batmış durumda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şimdi denebilir mi ki, bu tablo sadece ekonomik bir olaydır? Elbette hayır! Ağır borçluluğun çok önemli bir  siyasal  sonucu vardır. Bazı yazarlar AKP’nin 2007 seçiminde %47 gibi büyük bir oy oranına ulaşmasını, bu faktörle açıklamıştı. Söz konusu yazarlardan biri de iktisatçı Selim Somçağ’dır. Borçlanmanın döviz kuru ve faiz etkisine ağırlık veren analizi özetle şöyledir:

22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP nasıl olup da oylarını artırdı? Türkiye artık bir borçlular ülkesidir. Peki, bu ağır borçluluğun seçim sonucuyla ilgisi ne? Gayet açık: Gırtlağına kadar borca giren vatandaş, eğer döviz kurları veya faizler yükselirse, bankaya olan borcunun kendisini yutacak bir girdaba dönüşeceğini çok iyi biliyor. Şubat 2001'deki gibi bir kriz patlarsa evini, arabasını, tarlasını kaybedeceğini, bütün hayatının alt üst olacağını iyi biliyor. İnsanın ihtiyaçları hiyerarşiktir ve ilk kaygısı da hayatta kalmak, malını, mülkünü, işini, düzenini muhafaza etmektir. Seçim sonucunu işte bu ilk kaygı belirlemiştir. Geliri düştüğü için borçlanmak zorunda kalan vatandaş hayatıyla kumar oynadığının, bıçak sırtında yaşadığının farkındadır. Ancak mevcut düzenin aleyhinde oy kullanması için karşısına güvenilir bir siyasal seçenek çıkması gerekiyordu ki o seçenek çıkmamıştır.
Bundan başka ve daha önemlisi, AKP banka kredileri yoluyla halkı bir sanal refah dünyasında yaşatıyor. Halk bu sun’i refahı bozulmasın istiyor. Çalışmadan, kazanmadan, sadece borçlanarak ek tüketim sağlıyor, geçmişte hayal bile edemediği imkânlara kavuşuyor. Yakın gelecekte bunun bedelini ödeyecek, ancak farkında değil veya umursamıyor. Onu gereğince bilgilendiren de yok. Bir bakıma –yetersiz eğitim ve gelir düzeyi vasıtasıyla- böyle davranmaya da mahkûm edilmiş durumda.

‘***’
Yukarda sunduğum analiz –tüketici kredilerinin seçmen tercihi üzerindeki etkisi- elbette 12 Haziran 2011 seçimleri için de geçerliydi, son 30 Mart 2014 yerel seçimleri için de geçerlidir. Büyük olasılıkla ilk genel seçimlerde de durum fazla değişmeyecektir. Nitekim A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür 30 Mart seçimleri öncesinde Cumhuriyet’e yaptığı değerlendirmede bakın, ne diyor: “AKP’ye oy verenlerin yüzde 80’i hayatından memnun olduğu için oy veriyor. Bugün Türkiye’de halkın yüzde 80’inin borcu var; ev borcu, araba borcu, kredi borcu, kredi kartı borcu var. Şimdi böyle bir ortamda seçmen huzuru bozulsun ister mi?” 

Kanı’mca halkımız epeydir şöyle bir muhakeme yapıyor: Madem zorunlu ihtiyaçlarımı borçlanarak da olsa karşılayabiliyorum ve mademki iktidarda AKP var, öyleyse bu imkânı bana sağlayan AKP’dir. Aman, iktidardan gitmesin ki düzen bozulmasın, şu an ki rahatım bozulmasın. Öyleyse, ona oy vermeye devam edeyim.

İşte, ufak da olsa bu muhakemenin somut bir kanıtı: 
12 Haziran 2011 seçimleri sonrası… Basında bir haber: HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, oyu yüzde 0,3'de kalan partisini kapatma kararı verdi. Bu habere bir seçmenin yaptığı yoruma bakın:
- Paşam, aslında ben de HEPAR’lıydım ama mecburen AKP’ye oy verdim. Çünkü ekonomik istikrar meselesi… Hepimizin bankaya borcu var, mecburuz, düzen bozulmasın diye… Neyse, emeğine sağlık...
‘***’
2) İş sadece banka kredileri ile bitse iyi… Ancak, öyle değil. Halkın AKP’ye mecbur oluşunu güçlendiren, yine geçim sorunuyla doğrudan ilgili olan güçlü bir faktör daha var: Bir tür sadaka sistemi, Özdemir İnce’nin deyişiyle sadaka ekonomisi ... AKP iş sahibi yapmadığı, sosyal güvenliğini sağlamadığı seçmenlere “yardım” adı altında “sadaka” dağıtıyor, hem de yıllardır! Vatandaş artık onuruyla çalışıp kazanma hakkını unutmuş, temel ihtiyaçlarının karşılanmasını AKP’den bekliyor! Kurulan “sadaka sistemi”nin içerdiği yardımların ana merkezi AKP ve hükümetidir. Ancak yardımlar -çoğu AKP’li olan- belediyeler, gönüllü kuruluşlar, kimi sivil toplum örgütleri tarafından da yapılıyor. Sonuçta başlı başına bir “yardım ekonomisi”, daha doğrusu bir “sadaka ekonomisi” doğmuş bulunuyor. Söz konusu yardımlar genel olarak şunlardır: Gıda yardımları, Kömür yardımları, şartlı nakit transferi, öğrenci yardımları, valiliklerce verilen öğle yemeği uygulaması, sağlık yardımları, barınma yardımları, ücretsiz taşıma uygulaması, doğal âfet yardımları…

Yeşil kart sahiplerine bir güvenlik ihtiyacı olan sağlık hizmeti sunulmakta. Uygulama kapsamında ödeme gücü olmayan, hiçbir sosyal güvenlik sisteminden yararlanmayan vatandaşların tedavi giderleri -AKP’ye mal edilerek- devlet tarafından karşılanıyor. Sağlık, gıda, kömür, eğitim, giyim, para gibi birçok temel ihtiyaca yönelik olarak gerçekleştirilen yardımlar trilyonluk bütçelere ulaşıyor. Devlet yardımları -AKP görüntüsü altında- valilikler ve belediyeler tarafından yürütülüyor. AKP ülke çapında muazzam bir ağ örerek 21 milyon “kişi/aile”ye, 1 milyar 900 milyon (eski parayla yaklaşık 2 katrilyon) TL dağıtarak 12 Haziran 2011’de de 43 milyon seçmenden yarısının, 21 milyonunun oyunu aldı![ii] AKP, 2012 yılında da yurttaşlara dağıttığı yardımlar için 8,6 milyar TL (eski para ile 8,6 katrilyon) pay ayırmıştı. 2013 yılında yardımları yüzde 50 artırarak 12 milyar TL’ye (eski para ile 12 katrilyon TL’ye) çıkardı. Bu harcamadan, muhtaç durumda tuttuğu 19 milyon yurttaş istifade etti. İktidarda olduğu 11 yıl boyunca AKP yaklaşık 85 katrilyon TL’yi “seçim yatırım”ı olarak dağıtmış bulunuyor[iii].

‘***’
Peki, halkın, bir süredir yapısallaşmış olan bu davranışının teorik bir temeli, bilimsel bir açıklaması var mıdır? Şu bir gerçektir ki,  AKP on bir yıldır süren icraatı ile ülkemize çok büyük zararlar vermiştir: Devlet ve milleti bölünme noktasına getirmiştir. İç ve dış borçlanmayı tehlikeli boyutlara taşımıştır. Millî servet, ulusal ekonomi; yabancı sermaye, özelleştirmeler, toprak satma yoluyla yabancı güçlerin eline geçmiştir. Doğal kaynaklar korkunç boyutlarda tahribata uğramıştır. Yolsuzluk, rüşvet ve iltimas alıp yürümüştür. AKP iktidarı eğitim düzenini bozmuştur. Devlet düzenini altüst etmiş, TSK’yı adeta dağıtmış, devlet ciddiyeti bırakmamıştır. Buna karşılık seçim sonuçları, AKP iktidarının, toplum ve devlete daha büyük zararlar verecek şekilde icraatını sürdürmesine tekrar yeşil ışık yakmış bulunuyor! Peki, seçmen kitlesinin yarıya yakınının bunlardan haberi yok mudur?  AKP’ye, başlıca örneklerini verdiğim bu ağır sorunların müsebbibi olmasına rağmen, yeniden güçlü bir destek vermiştir?

1) Oldukça tatmin edici bir ilk yanıt, bence, ABD'li psikolog Abraham Maslow’un (1908-19070) ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinde bulunabilir.  
Önce şunu belirteyim ki, ülkemizde eğitim ve kültür düzeyi düşük:  Halkımızın %80’i gazete okumuyor, %75’i eline kitap almıyor, 13 milyon insanımız ilkokulu dahi bitirmemiş, 4,5 milyon yurttaşımız okuma yazma bilmiyor (2011). Ve dikkat: Halkımız arasında, AKP’ye olan destek eğitim düzeyi düştükçe artıyor, eğitim düzeyi yükseldikçe azalıyor. Eğitim düzeyinin ise büyük ölçüde çalışma ile, gelir düzeyi ile paralel gittiği bilinen bir husustur. Ülkemizde sanayileşme durmuş, istihdam artmıyor; gelir düşük, gelir artışı zayıf oluyor. O zaman eğitim ve gelir düzeyi yetersiz olan halk katmanlarından nasıl oy alacaksınız? Eğer alıyorsanız, nasıl sağladınız bunu? İşte tam burada kurnazca düzenlenmiş bir mekanizma devreye sokulmuş görünüyor.
 
A. Maslow’un teorisine göre insan önce bireysel ihtiyaçlarını, bunların arasında da ilk iki ihtiyacını, fizyolojik ihtiyaçları ile güvenlik ihtiyaçlarını tatmin etmeye yönelir. Genel eğilim olarak davranışlarını, örneğin politik davranışını da bu ihtiyaçlara göre ayarlar. Buna göre, her şeyden önce karnı doysun, sırtı pek olsun ister. Güvenli bir yerde barınmak, sağlıklı olmak, geleceğe güvenle bakmak ister. Eğer açsa, çıplaksa, barınacağı bir konutu yoksa, sağlıksızsa, geleceğini karanlık görüyorsa; insan hakları, özgürlükler, düşünce özgürlüğü, ülke sorunları lafta kalır. Birey; düşünce özgürlüğüne, haklarının bilincine, ülke sorunlarının varlığına ihtiyaç tatmininin üst basamaklarına tırmandıkça, özellikle son basamakta ulaşır. Aç ve çıplak olan, yurtsuz, sağlıksız olan, özgür olamaz; haklarının farkına varamaz, yurt sorunlarıyla ilgilenemez.

AKP hükümeti kurnaz…, bir çıkış yolu bulmuş veya bir yerlerden akıl almış. Seçmenin çaresizliğini politik bir fırsata çevirmiş: İş sahibi yapmadığı, zorunlu ihtiyaçlarını karşılama imkânı tanımadığı seçmenlere “yardım” adı altında “sadaka” dağıtıyor! Sayın Özdemir İnce’nin terimiyle bir “sadaka ekonomisi” yaratmış.[iv]

Böyle bir sürecin en önemli sonucu şudur: Milyonlarca seçmen bir siyasal parti tarafından, onun kadroları tarafından, hem de devamlı olarak tutsak alınmış oluyor. Yurttaş iş bulmaktan, yeterli bir gelirden, sosyal güvenceden umudunu kesmiş, “aman bu yardımlar kesilmesin de ne olursa olsun, isterse dünya yıkılsın” diyecek hale itelenmiş, oyunu yine aynı partiye, AKP’ye hiç sonunu düşünmeden veriyor. Çünkü iradesi ağır bir baskı altına alınmıştır, saptırılmıştır. Ne serbestçe düşünebiliyor, ne muhakeme edebiliyor.

2) İkinci açıklama şekli eğitim düzeyi ile çok daha ilişkilidir. On bir yıldır devam eden AKP iktidarının, Türkiye’yi hangi felaketlere sürüklediğini, hangi ağır sorunlarla karşı karşıya bıraktığını yukarda belirttim. Bu sorunlar esas itibariyle makro nitelikte (toplum düzeyinde kendini gösteren) sorunlardır. Halk ise bireylerden oluşur. Yoksul ve eğitimsiz olan birey –genel eğilim olarak- bunları fark edemiyor, bu sorunların yol açtığı büyük yıkımları göremiyor, çünkü bunların bilincinde değil. Gerekli kavramlar, olgular arası ilişkiler yok zihninde… Eğitim düzeyinin düşüklüğü ve yaşadığı yoksulluk koşulları sebebiyle sadece mikro (birey düzeyinde kendini gösteren) olgularla ilgililer, bu sonuncuların dışına çıkamıyorlar. Mikro nitelikte sorunlar; halkın, birey olarak iş, aş, eş, giyim, barınma, konut, sağlık, güvenlik gibi sorunlarıdır. Bu konuları iyi biliyor, kavrıyor, takip ediyor. AKP iktidarı, halkın bu zihin yapısının farkındadır ve onun, kesin öncelik verdiği bireysel ihtiyaçlarını tatmin edici ölçüde karşılamanın yollarını bulmuştur. Bu sebeple başarılıdır, seçimde de ödülünü almıştır. Ne yazık ki, bu partinin de Türkiye’nin felakete sürüklenmesi umurunda değildir.

 ‘***’
AKP öyle bir sistem kurdu ki halkımızın en az yarısını kendine mahkûm etti, tıpkı bir tarikat örgütlenmesi gibi… Adam 20 milyonu aşan seçmenimizi neresinden tutmuş? Tam boğazından, tam yaşam kanalından...
Sen bunun dışında ne yaparsan yap fayda etmez; istediğini vaat et, istediğin kadar uyar, ne bir tepki alırsın, ne bir sonuç. Başka hiçbir şey etkilemez seçmenlerin büyük bir bölümünü: Ne vatan, ne millet, ne laiklik, ne egemenlik, ne bağımsızlık, ne bölünmez bütünlük, ne yolsuzluk, ne rüşvet...
Kısa vadede halkımızın en az yarısından, ulusal çıkarlar adına fazla bir şey beklememek gerektiği gün gibi âşikâr…
Mevlânâ’nın dediği gibi: İnsan, neyin peşinde ise odur!


[i] Cihan Dura, “AKP’yi Ayakta Tutan Kredi Kartları mı?”  http://cihandura.com/ekonomi-yazilari/47-akpy-ktdarda-tutan-kred-kartlari-mi.html
[ii] Cihan Dura, “AKP’nin Seçim Zaferinin Sırrı”, http://www.cihandura.com/eski/index.php?option=com_content&task=view&id=726&Itemid=63
[iii] Yeniçağ, 7.4.2014
[iv] Özdemir İnce, “Halkımız AKP’ye değil (bozuk) ‘düzen’e oy veriyor (2)”, Aydınlık, http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/183-oezdemir-nce/38235-ozdemir-ince-halkimiz-akpye-degil-bozuk-duzene-oy-veriyor-2.html  (16.4.2014)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.