27 Haziran 2014 Cuma

Uğur Mumcu'nun BOP'u Deşifre Etmesinin Sonucu- Faili Meçhul






Vurulduk ey halkım, Unutma Bizi 


Dağ gibi kara yağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık…
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında işkencecilerin acımasız ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık
önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük.
Adana’da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
başlarımızı ezmek
kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi.
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi.
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
ÖFKELERİNİ BİR GÜN BİLE KARŞISINDAKİLERE
BAĞIRMAMIŞ İNSANLARIN GÖZLERİ ÖNÜNDE ÖLDÜRÜLDÜK.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkım unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
simdi hep birlikteyiz
ey halkım, unutma bizi.

Uğur Mumcu

70′lerin bazı hızlı solcuları 12 Eylül döneminde Özal’a destek verip liberal takılmaya başladıklarında, o baskıcı ortamda cesur kalemini konuşturmayı sürdüren Uğur Mumcu, bu eski solcuları “dönek liboşlar”, “erkek papatyalar”, “liberal tosuncuklar” diye eleştiriyordu Cumhuriyet’teki köşesinden.
Parayı görüp palazlanan ve gömlek değiştiren Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, M.Ali Birand ve Çetin Altan ile oğullarını küresel emperyalizmin Türkiye’deki basın ayağı ve ajanları olarak nitelendiriyordu. Savundukları düzene de “Alaturka kapitalizm” ve “Arabesk liberalizm” adını vermişti.
O dönemin 12 Eylül yalakalığı yapan, bugün ise tertipçilerin tetikçiliğini üstlenip sözde darbe karşıtlığıyla yurtseverlere saldıran Altan’lara şöyle diyordu Uğur Mumcu:
“Cuntacı, holding soytarısı liberal tosunlar”

Evet, Uğur Mumcu Kemalist bir devrimci ve yurtsever bir sosyalistti.
Oğlu o dönemde ulusalcılık kavramının olmadığını söyledi. Doğrudur, o dönemde ulusalcılık kavramı olmadığından o kendisini Türk sosyalisti, Kemalist devrimci şeklinde ifade ediyordu. Bugün yaşasaydı elbette ulusalcılarla omuz omuza olurdu.

“Ne şeriat ne darbe” diyenlerin başında gelirdi. Ve hoşa gitsin gitmesin ama yine sosyalizmi savunurdu.
Kürtçülük kuyruğuna takılmış sözde solcularla yaptığımız tartışmalarda gördük ki çoğunun da ortak saldırısı Kemalizm’e idi.
,
Neredeyse tüm sorunların sebebi olarak Kemalistleri görmekteydiler.
O yüzden de üçlü şer ittifakına destek vermekteydiler. Dinci-Kürtçü-Liboş ittifakının ortak hedefi öncelikle Kemalizm’in tasfiyesi idi.

Hâlbuki Kemalizm demek, bağımsızlık demekti. Kemalizm demek, yurduna, halkına sahip çıkmak demekti. Kemalist demek, anti emperyalistlik demekti. Kemalistler bunu pratikte kanıtlamışlardı.
Ama pratiği olmayan, lafta emperyalizme-faşizme karşı olanlar gördük ki dönüverdiler. Emperyalizmi, kapitalizmi savunmaya başladılar. “Bu çağda Bağımsızlık neymiş?” dediler. “Ben bu vatanı bir kiraz ağacının gölgesine ve bir çift kadın memesine satarım.” diyebildiler. Onlara nasıl güvenelim?
İşin tuhafı bunlar demokrasi neferi kesildiler, AB-ABD’yi arkalarına alarak.
Buyrun devrimci-demokrat görün:

Kürtlere “Kart-Kurt diye karda gezen dağ Türkleri” lafının da bir Kemalist tarafından 20 yıl önce nasıl eleştirildiğini ve Kemalistlerin gülüşmesine sebep olduğunu görün:
Özgürlük ve demokrasi savaşçısı Uğur Mumcu’yu ve diğer Kemalist aydınları katlettiren güçle, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek,  Mehmet Haberal ve diğer yurtsever aydınları hapse tıktıran güç arasında bir ilişki var mı ? ABD, CİA-MOSSAD ya da Gladyo-derin devlet bu işin neresinde?

 Faili meçhul cinayetlerden  Kemalist Tasfiyeye

Bugün yaşananları doğru tahlil edebilirsek, dün yaşananların sebebini daha iyi anlayabiliriz. Dün yaşananları çözebilirsek; bugünkü amaçlarını çıkarabiliriz.Uğur Mumcu’lar öldürülmeseydi, medyada bu kadar kalitesiz, bu denli şarlatan yazarlar gözümüze baka baka aşağılık yalanlarını konuşabilirler miydi?
Bu tezgahlar, bu alçak komplolar bu kadar kolay kurulabilir miydi? Boşuna öldürülmediler. Bir anlık öfkenin değil, 70 yıllık niyet ve emellerin bir aşamasıydı. Ve o aşama ABD’nin ve İsrail’in planlarıyla kesişti.

Niyet ve planları, soğuk savaş döneminin kapanması ve ABD’nin yeni dünya düzeni projesiyle ve o projenin Ortadoğu ayağı olan BOP’la örtüştü.Ortadoğu planlarının önündeki en büyük engel  Kemalistlerdi. Nitekim Uğur Mumcu’nun öldürülmeden önceki son yazılarından biri bu hain plana ışık tutuyordu. 7 Ocak 1993’te kaleme aldığı “MOSSAD ve Barzani” başlıklı yazısında Barzani ile MOSSAD ve CİA arasındaki ilişkileri ortaya koyuyordu. Ve yazısını şu sözlerle tamamlıyordu:

“Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”

Ertesi gün yazdığı “Ültimatom” adlı yazısında ise Uğur Mumcu şöyle diyordu:





“Yakında yayımlanacak bir kitabımda, Kürt milliyetçileri ile istihbarat örgütleri arasındaki ilişkilere ışık tutacak çok ilginç belgeler açıklayacağım!..”

Belli ki Uğur Mumcu ipin ucunu yakalamıştı ve bu izi sürdürdüğünde çorap söküğü gibi ardındaki sırları çözebilecekti. PKK’nın kimler tarafından kurdurulduğunu ve kimler tarafından ne amaçla kullanıldığını ortaya serecekti. Mumcu, ne yazık ki bu belgeleri açıklamaya fırsat bulamadı!..

Ve ne ilginçtir ki günümüzün işbirlikçileri, geçmişte Uğur Mumcu’yu ajanlıkla suçlayacak kadar alçalanlar ve katledilişinden sonra onu demokrasi şehidi saymayacak kadar densizleşenlerdir. Uğur Mumcu yaşasaydı; Ergenekon tertibinin ilk kurbanlarından olurdu muhtemelen. Ama bu tertipte yer alanların ipliğini pazara çıkarır, hukuk adına yapılan kepazelikleri dünyaya duyururdu.

Bugün gelinen nokta; Gericilerin ve bölücülerin zafer naraları atacakları bayramlarının 
arifesidir. Ama arife daha bitmedi! Çünkü çökerttiklerini sandıkları Kemalistler, susturduklarını zannettikleri yurtseverler yeniden ayağa kalktı, uyuyan dev uyanmaya başladı. Bu uyanışın karşı devrimcilerin arifesini uzatacağı kesin. Arifenin sonunun ise kime bayram olacağı şu an meçhul. Umudumuz halkın bu uyanışının   durdurulamayacak coşkun bir sele dönüşmesi ve karşı devrimcilerin, tertipçilerin bu coşkun selin önünde yıkılıp gitmeleridir. 

Haber Kaynağı: Bilimsel Felsefe
 Serdar Kaangil


17 Haziran 2014 Salı

Orta Doğu'yu Kan ve Ateş Cehennemine Çevirenler Küresel Şirketlerdir



Cihan Dura



Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dev ulus ötesi şirketlerin eseri olan küreselleşmenin doğal bir sonucudur, küreselleşmenin Ortadoğu’da uygulamasıdır. Ortadoğu dev küresel şirketler bakımından stratejik bir öneme sahiptir. BOP’un mahiyeti ve hedefleri incelenirse, onun küreselleşmenin bir gereği olduğu açıkça görülür. Dolayısıyla BOP küresel şirketlerin eseridir ve elbette Ortadoğu’nun kan ve ateşe boğulmuş olması da!
‘***’
Orta ve Yakın Doğu petrol, doğalgaz ve diğer enerji kaynakları ile hammaddeler ve madenler bakımından dünyanın en zengin bölgesidir. Aynı zamanda büyük bir pazardır. Ortadoğu, ABD ve Batı için olağanüstü stratejik bir öneme sahiptir. ABD ekonomisi için en önemli bir hammadde yatağı ve pazardır. Şu rakamlara bakalım:  Dünyadaki petrol rezervlerinin yüzde 64'ü Ortadoğu’dadır, doğalgaz kaynaklarının ise yüzde 41'i. Amerika’nın yabancı petrole bağımlılık oranı 2001'de yüzde 52 idi, 2020'de ise yüzde 66’ya yükselecektir. Bir görüşe göre ABD’nin varlığını sürdürebilmesi Ortadoğu’ya hâkim olmasına bağlıdır.

Büyük Ortadoğu Projesi, ABD'nin, 20 yıla yakın bir süredir üzerinde çalıştığı bir projedir. 1997'de oluşturulan ''Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'' nin bir alt unsurudur. Hemen tamamı Müslüman olan 27 ülke, bu proje kapsamında operasyona tabi tutulacaktır. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir. Proje “küreselleşme” denilen büyük sürecin bir uygulaması olarak, değişen şartlara göre güncellenerek kuşaklar boyu devam edecektir. Projenin görünürdeki gerekçesi “terörle mücadele”dir. Bunun için de “bölge ülkelerinin demokratik bir yapıya kavuşturulması” gerekmektedir. 

Bu, bir kamuflajdır, insanları ikna için şu kılıf uydurulmuştur: Ortadoğu “küresel terörün kaynağı”dır. Bölgedeki monarşiler ve anti-demokratik yönetimler terörü himaye etmektedir. Bölge nüfusu temel hak ve hürriyetler ile demokrasi kültürü bakımından çok geridir, ekonomik yönden çok yoksuldur. Bu nedenle, gelişmiş özgür dünya bölgeyi kontrol altına almalı, bölgeye özgürlük ve demokrasi götürmeli, bölgenin kalkındırılmalı, terörün kaynakları kurutulmalıdır. Bu da bölgeye gerekli müdahalelerin ve düzenlemelerin yapılmasını gerektirmektedir. Gerekçe –kolayca görüleceği gibi- aslında bir kamuflajdan ibarettir. ABD bölgeye özgürlük ve demokrasi götürme söyleminde samimî değildir. Afganistan, Irak, ve Lübnan işgalleri ile bugün Suriye’ye yaptıkları bunun açık bir kanıtıdır.
‘***’
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ekonomik anlamda ABD'nin –Kuzey Afrika’dan Çin sınırına uzanan- geniş bir coğrafyada kaynaklara ve pazarlara ulaşma projesinden ibarettir. Dev küresel şirketlerin, Sinan Sönmez’in deyişiyle “silah üreticileri, petrol devleri ve finansal şirketler arasındaki bir koalisyonun eseri”dir. Projenin uygulayıcısı olarak gördüğümüz ABD hükümetinin bu proje ile güttüğü hedef ikidir:  Bir, egemen olmayı planladığı bu bölgelerin doğal kaynaklarını –küresel şirketlerin hesabına- emniyet altına almak; iki, IMF ve Dünya Bankası'nın desteğiyle liberal politikalar uygulatarak proje kapsamındaki ekonomileri, yine ABD kaynaklı küresel şirketlerin istifadesine açmak.

Proje kapsamında Fas'tan Çin sınırına kadar uzanan geniş bir coğrafi alan, “özelleştirme operasyonu” ile, tek pazar haline getirilecektir. Üniter devletler dağıtılacak, parçalanacaktır. Ancak yeni parçalar olabildiğince küçük olacak, -Türkiye’de yapılmak istendiği gibi- yeni federatif yapılar, küçük devletçikler yaratılacaktır. Bu sayede pazarlık güçleri kırılmış ülkelerde, doğal kaynaklar üzerinde daha zahmetsizce dev şirketlerin küresel egemenlikleri kurulmuş olacaktır. Bir iddiaya göre Irak 3, İran ve Suudi Arabistan 5’er, Türkiye 7 parçaya ayrılacak, bölgenin yönetimi İsrail'e bırakılacaktır (Şu sıralarda, IŞİD eliyle Irak hedefine ulaşmak üzereler; Türkiye hedefine ise, işbirlikçileri ile ve emin adımlarla yürüyorlar.)  .
‘***’
BOP aynı zamanda ABD'nin, arkasındaki küresel şirketlerin, rakip güçlerin petrol kaynaklarını kontrol altına alma projesidir. ABD –daha doğrusu Derin Merkez’i oluşturan küresel şirketler- şöyle düşünmektedir [Mete Göknel] : Dünya hâkimiyeti için Avrasya'yı kontrol altına almak, Avrasya hâkimiyeti için de Büyük Ortadoğu'yu kontrol altına almak gerekmektedir. Peki, bu nasıl sağlanacak? Stratejik bir madde olan petrol ile bu kaynağa ulaşım yolları üzerinde egemenlik kurarak, rakip güçler karşısında stratejik üstünlük elde ederek... Bu yoldan, ''rakip ekonomiler'' durumunda olan AB ülkeleri, Japonya, Çin ve Avrasya Birliği ülkelerinin ekonomik büyümeleri denetim altına alınmış, Euro veya başka bir para biriminin dünya ticaretine hâkim konuma gelmesi önlenmiş olacaktır. Ve yine ancak bu sayededir ki, altın karşılığı tam olmayan, sadece ABD'nin baskısı ve askerî gücü ile ayakta durabilen ABD Doları dünya ekonomisine hâkim olmaya devam edecektir. 

Bilindiği gibi ABD, ithalatını Dolar’la borçlanarak gerçekleştiriyor. Bir bakıma borcunu kâğıtla ödüyor. Üçüncü ülkeler ABD'ye hammadde ve doğal kaynak satıyor, karşılığında bol miktarda kâğıt, yani senet veya tahvil alıyorlar. Küresel Amerikan şirketleri (Derin Merkez) bu düzenin bozulmamasını istiyor.

Böylece, proje gerçekleştiğinde dünya enerji kaynaklarının, istikrarlı ülkelerde bulunması sağlanmış olacaktır. Neticede enerji kaynaklarının kontrolü için sürekli olarak askerî güç kullanma ihtiyacı da ortadan kalkmış, askerî harcamalar ciddi ölçüde azaltılmış olacaktır. Daha da önemlisi küresel Amerikan şirketlerine yeni ve geniş iş ve kâr alanları açılacaktır. 

Toparlarsak,  ABD’nin –küresel şirketleri hesabına- bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi ihtiyacını garanti altına almak amacı olmakla birlikte, bir esas amacı daha vardır: Şöyle ki, rakiplerin bu kaynaklara çok büyük ölçüde bağımlıdır. Petrol başta olmak üzere doğalgaz, su gibi temel maddelerin denetim altına alınması, nakil yollarının da denetlenmesi demek, aynı zamanda, rakip devlet veya devlet gruplarının önünün kesilmesi demektir. Bu yoldan ABD rakipleri üzerinde ekonomik baskı kurabilecektir. Ancak bunun yanısıra komşu bölgelerdeki enerji kaynaklarının erişim ve sevk yollarının da kontrolü gerekmektedir. Dolayısıyla, ABD Ortadoğu coğrafyasının yanı sıra, stratejik önem taşıyan diğer yakın bölgeleri de kontrol altına almayı hedeflemektedir. 
‘***’
BOP’un, küresel şirketlerin çıkarları ile olan bağlantısına dair son, ancak hayli öğretici bir açıklamayı eklemek isterim.
ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”, küresel sistemin gerekli gördüğü bir “işletim sistemi”[i] ayarına benzer. Buna göre “Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkelerin işletim sistemleri, Amerika Birleşik Devletleri tarafından çok uluslu şirketlerin rahatlıkla yatırım yapabileceği şekilde yeniden şekillendirilmek istenmektedir." Thomas Friedman’ın deyişiyle küresel sistem ancak çağdaş hukuk sistemi, iyi kurumlar, etkin yönetişim ve demokrasi unsurları bir arada bulunduğu zaman işlemektedir (Ben de eklemeliyim ki, bu değişiklikleri asıl gerektiren, UÖŞ kârlarının güvence altında bulunmasıdır). Friedman şöyle devam ediyor, kuşkusuz UÖŞ’lerin ihtiras ve planlarının tercümanı olarak: BOP kapsamına giren ülkelere bakıldığında hemen hepsinde küresel işletim sisteminin unsurları eksiktir. Küreselleşme sürecinde çok etkin olan çokuluslu şirketler, yatırım yapabilmek ve pazarlarında söz sahibi olabilmek için, bu ülkelerin “işletim sistemlerinin” ayarlanmasını istemektedirler. İşletim sistemi ayarı için ise öncelikle bu ülkelerin “demokratikleştirilmesi” gerekmektedir. Demokratik ortam, küresel şirketlerin arzuladığı hukuk sistemini de beraberinde getirecektir. 



Görülüyor ki, Büyük Ortadoğu Projesi’nin arkasında dev küresel şirketler vardır ve ancak onların büyüme planlarının bir aracı olarak uygulamaya konulmuştur. Çünkü bu şirketlerin emrine yeni pazarlar açacaktır, yüksek kâr edebilecekleri yeni ortamlar hazırlayacaktır. Tabii bundan, bir devlet olarak ABD de kazançlı çıkacaktır. Şöyle ki, ABD tek süper güç olarak –tabii yine küresel şirketlerin lehine olarak- enerji kaynaklarına ve bunların ulaşım yollarına hâkim konuma gelecektir.  
‘***’

Dünya gözümüze göründüğü gibi de değil, düşündüğümüz gibi de, değerli okur! Çok şey değişti 1970’lerin sonlarından bu yana. Ne var ki, bizim de çok önemli bir kusurumuz var: Dünyada makro düzeyde olanları kavrayamıyoruz, hatta onlardan habersiz yaşıyoruz. Örnek: Yeni güçler oluştu dünyada, ulus ötesi şirketler… Daha önce de vardılar ama bu denli güçlü değildiler. Dahası, giderek irileşiyor, âdeta canavarlaşıyorlar. Önemli bir etkileri devletler üzerinde, ulus-devletler üzerinde oldu: Bu devletler artık eskisi gibi değiller, küresel şirketler karşısında geriliyor, eziliyorlar. Çünkü yasaları, oyunun kurallarını daha güçlü olanlar koyuyor: Küresel şirketler!... Araç olarak da bağlı oldukları ana ülkeyi, devletleri kullanıyorlar. Dünyayı kendi çıkar ve ihtiraslarına göre yeniden biçimlendiriliyorlar. İşte, BOP uygulaması da bunlardan biri… Türkiye’de olup bitenler de öyle… Bugün koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletinin parçalanmasından söz ediliyorsa, bütün bir Ortadoğu kan ve ateşe boğuluyorsa, bu, küresel şirketler böyle istediği için, böyle buyurduğu için!...



[i] İşletim sistemi bir bilgisayar teknolojisi terimidir. Bilgisayar donanımının  denetimi ve yönetiminden, temel sistem işlemlerinden ve uygulama programlarını çalıştırmaktan sorumlu olan sistem yazılımıdır. Bilgisayar parçalarının birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler, aralarında bilgi alışverişi yapabilmelerini sağlar.
.