2 Haziran 2015 Salı

ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİ POLİTİKALARI - Bölüm 1-





Atatürk’ün “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın da olmayacağı” düşüncesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktisadi hayatta hızlı atılımlar yapmaya başlamıştır. İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar paralelinde 1923-1929 döneminde kısmi bir liberal dönem yaşanmış fakat gerek 1929 yılında bütün dünyayı etkileyen Büyük Buhran’ın etkisiyle gerekse sermaye ve girişimcilik yetersizliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti devletçilik politikası izlemeye başlamıştır. Çalışmada Atatürk dönemi ekonomi politikası 1923-1929 ve 1929-1938 olmak üzere iki dönemde incelenmiş ve bu dönemdeki politikalar analiz edilmiştir.

GİRİŞ

19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında katılmış olduğu savaşlar neticesinde Osmanlı Devleti ekonomik anlamda güçsüz bir konumdaydı. Girmiş olduğu savaşların finansmanında iç kaynakları yetersiz kalmış ve yüksek oranda borçlanmaya gidilmiştir. Yıllarca süren bu savaşlar sonrası; ülkede birçok iş sahası kapanmış, üretken erkek nüfusu azalmış, göçler nedeniyle de işsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Var olan kaynakların büyük ölçüde ordunun hizmetine sunulması, bu kaynakların tükenmesine sebep olmuştur (Coşkun, 2003: 72). 1915 yılında İstanbul ve Anadolu’da büyük işletme sayılan 585 işyerinde yapılan inceleme sonucunda 30.000 sanayi işçisinin çalıştığı görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ekonomik anlamda kendi kendine yetebilmekten uzak kalmıştır. Çünkü sanayi kuruluşlarının kapasitesi küçük, işçi sayısı az ve üretilen ürünlerin kalitesi de düşüktür (Semiz, 1996: 12-13).

Böyle bir ortamda başlayan ve dört yıl süren Kurtuluş Savaşında da ülkenin beşeri ve fiziki kaynakları sonuna kadar kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra her işin devletten beklendiği uzun ve zor bir dönem başlamıştır. Devlet bir taraftan okul, hastane, yol yaparak ülkeyi yeniden inşa etmeyi; diğer taraftan da şekeri, çimentoyu üretecek fabrikalar kurmayı planlamaktaydı.1920’li yıllarda ülkenin bulunduğu bu olumsuz durumda dahi egemen olan iktisadi düşünce, piyasa mekanizması esas alınarak, sermaye birikiminin özel sektör aracılığıyla gerçekleştirilmesi yönündeydi.
  
1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine yönelik bir iktisadi kalkınma modelinde karar kılınmıştır
(Çarıkcı, 1998: 3244).

1. Planlı Dönem Öncesi: 1923-1929 Yılları Arası Kısmi Liberal Dönem

Atatürk’ün ekonomi politikası Türk Milleti’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırılması hedefine yöneliktir. Geçimini ilkel yöntemlerle tarımdan sağlamaya çalışan yoksul ve eğitimsiz bir toplum, yerli ürünler yerine ithal mallarını korumayı amaç edinen bir gümrük rejimi, demir ve deniz yolları gibi en önemli sektörlere hâkim yabancı şirketlerin ülkeyi terk etmeleri, daha da önemlisi devleti zor durumda bırakan Düyun-u Umumiye nedeniyle bütün ticari faaliyetleri büyük ölçüde durmuş bir ülke durumundaki Türkiye’de her şeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu. Tüm bu
problemlerin çözümlenebilmesi ve yeni kurulacak olan devletin ekonomi politikasına yön verecek önlemlerin belirlenmesi için 1923’te İzmir İktisat Kongresi düzenlenmiştir (Karataş, 1998: 3318).

1.1.         İzmİr İktİsat Kongresİ

Kurtuluş Savaşından sonra İstanbullu Türk tüccarlar Milli Türk Ticaret Birliği’ni kurdular. Birliğin kuruluş amacı; yabancı ekonomilerle, dış ekonomik ilişkileri sürdüren azınlıkların tasfiyesiyle meydana gelen boşluğu doldurmaktı.

İzmir İktisat Kongresi hazırlıkları içerisindeydi. Milli Türk Ticaret Birliği’nin de katıldığı İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplandı. İzmir İktisat Kongresi’ne çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcilerinden oluşan toplam 1135 temsilci katılmıştır (Parasız, 1998: 3).

Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanma amacı, savaştan yorgun çıkmış olan iktisadi faktörlerin ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, onların ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular üzerine dikkatleri çekmek ve iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirleme isteğidir (Gökçen, 1998: 3256). Ülkedeki ekonomik yapılanmanın, uygulanacak iktisat politikasının yönünü belirleyen bir “Misak-ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak-ı İktisadi; yurt içi sanayii kurmayı ve geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir (Sabır, 2003: 80).

İlk bölüme giren kararlardan bir bölümü şunlardır (Yavi, 2001: 282-
283):
Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılacaktır,
Lüks ithalattan kaçınılacaktır,
Ekonomik gelişmeye katkısı olmak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilecektir.
İkinci bölümde yer alan bazı kararlar ise şunlardır (Parasız, 1998: 3;
Yavi, 2001: 283):
Reji idaresi ve yönetimi kaldırılacaktır,
Tütün tarımı ve ticareti serbest olacaktır, ihraç edilen tütünün işlenmiş olması gerekmektedir ve vergileri tüketiciden alınacaktır,
Aşar kaldırılacak, yerine uygun bir vergi konulacaktır,
Temettü vergisi gelir vergisine dönüştürülecektir,
İç gümrükler kaldırılacak, koruyucu gümrük tarifeleri kabul edilecektir,
Ziraat Bankası yeniden düzenlenecektir,
Sanayicilere kredi vermek üzere bir Sanayi Bankası kurulacaktır,
Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun günün ihtiyaçlarını karşılar hale getirilmesi ve beş yıl sonra 25 yıl süreyle uzatılması sağlanacaktır,
Türk limanlarında kabotaj hakkı sağlanması ve demiryolu, limanlar ile diğer ulaşım alt yapısı geliştirilecektir,
İşçilerin çalışma saatleri düzenlenecek ve 18 yaşından küçükler çalıştırılmayacak, haftada 1 gün çalışanlara tatil imkânı verilecektir,
“Amele” kavramı yerine “İşçi” kavramı kullanılacaktır,
Tüm işgücüne sendika hakkı tanınacaktır.

Bu dönemde Dünyadaki çalkantılı iktisadi durumdan dolayı Türkiye’ye yabancı sermaye girişi olmamıştır (Hiç, 1998: 3286).
Yukarıda özetlenen, iktisadi envanter ve ana iktisadi hedeflerin ışığında izlenecek iktisat politikaları ve stratejileri belirlenmiştir. Öncelikli hedef; sanayileşme başta olmak üzere, tarım ve hizmetler sektörünün geliştirilmesidir.

1.2.         Lozan Antlaşmasının İktİsadİ Hükümlerİ
                         
Türkiye için 1923–1929 döneminin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki
yapı taşı, Lozan Antlaşması ve dönemin sonlarında patlak veren Büyük
Dünya Buhranıdır.




Uzun bir pazarlık döneminden sonra imzalanan Lozan Antlaşması ile
Türkiye sadece siyasi olarak değil ekonomik olarak da etkilenmiştir. Lozan
Antlaşması ile ülkede ağır iktisadi etkileri bulunan kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması büyük bir başarı olarak görünmesine rağmen bu antlaşma ile Osmanlı borçlarının büyük bir bölümü Türkiye Cumhuriyeti tarafından devralınmıştır.

Lozan’ın öngördüğü sınırlar dikkate alınarak Osmanlı borcu, Türkiye Cumhuriyeti ile imparatorluğun topraklarını paylaşan diğer devletlerarasında dağıtılmıştır (Boratav, 1998: 32). Ancak borç paylaşımı konusunda devletlerarasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden Türkiye ile alacaklılar arasındaki antlaşma 13 Haziran 1928’de imzalanmıştır. Türkiye, Osmanlı’nın 161 milyon altın liralık borcunun 107 milyon altın liralık kısmını ödemeyi taahhüt etmiştir. (Aksu, 2006: 122).

Osmanlı borçları ve savaş tazminatları gibi hükümler; zaten yetersiz olan yatırım kaynaklarını emerken diğer yandan da, gümrük vergileri ile ilgili madde bağımsız bir dış ticareti imkânsız kılıyordu. Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise beş yıl süre ile Türkiye’nin uygulayacağı iktisat politikalarını dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yerine yenilerinin konmamasını, gümrük tarifelerinin ise beş yıl süre ile değişmemesini öngörmekteydi (Boratav, 1998: 32).  

Antlaşmaya göre Türkiye; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan ithal edilecek mallardaki gümrük tarifelerini 1916 Osmanlı tarifeleri düzeyinde tutmaya mecbur ediliyordu. Lozan’da saptanan gümrük tarifesi milli ekonomiye yaklaşık yüzde 13’lük bir koruma derecesi sağlamıştır. (Beyarslan, 1982: 35).



Özer ÖZÇELİK*
Güner TUNCER**


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.