24 Kasım 2015 Salı

BİR ÇIKIŞ YOLU: HALK ÖĞRETMENLERİ



Cihan Dura







Bugün birbirimize, bazen kendi kendimize sıkça sorduğumuz bir soru vardır: Ne yapmalı? Yanıt vermekte zorlanırız. Oysa yanıt hazırdır; Atatürk yıllar önce vermiştir, Halkçılık ilkesinde vermiştir. Ne diyor bu ilke? Şöyle diyor:
Milletçe geri kalışımızın ana sebeplerinden biri aydınlarımızla halk arasındaki uyum yokludur. Oysa başarı için, ülkeyi kurtarmak için aydınla halkın zihniyeti arasındaki ayrılığı durdurmak gerekir. Bu ikisi arasında doğal bir uyum olmalıdır. 

Çok temiz kalplidir bizim halkımız, ilerlemeye çok yeteneklidir. Bir kani olursa muhataplarının kendisine içtenlikle hizmet ettiklerine, her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Demek ki aydınlar her şeyden önce, millete güven vermek zorundadır. 

Halka yaklaşmak, halkla kaynaşmak daha çok aydınlara düşen bir görevdir. Gençlerimiz ve aydınlarımız hangi hedeflere,  ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi zihinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirilebilir ve kabul edilebilir bir hale getirmelidir.

 
Aydınlarımız, özellikle de öğretmenlerimiz her vesileden yararlanarak halka koşmalı, halk ile bir arada olmalıdır. Bunda başarılı olmak için de aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum olması gerekir. Bunun anlamı şudur: Aydın sınıfının halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. 





‘***’
Demek ki, halkla bir araya gelinecek, halkla bütünleşilecek, halk aydınlatılacak!
Peki, nasıl başarılacak bu? Örneğin, ülke çapında her yerde verilecek konferanslarla başarılacak. Başta Banu Avar, değerli bazı aydınlarımız bu görevi en iyi şekilde yerine getiriyorlar. Ancak daha fazla olmalıdır, konferanslar yeni aydınların katılımıyla yoğunlaştırılmalıdır. Bu yeterli mi? Hayır değil, konferanslarda genellikle belirli bir halk tabakasıyla karşı karşıya geliniyor, oysa onun dışında çok daha geniş halk kesimleri var. Asıl ulaşılacak olanlar onlar. Demek ki, farklı bir yol bulmak lazım onlar için.

Yoğun halk kesimleri bugün karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri bilmiyor. Atatürkçülüğü hiç bilmiyor. Daha da trajiği, okumuşların pek çoğu da öyle... Çünkü öğretilmedi, öğretecek olanlar da yetiştirilmedi.  Atatürkçülük deyince birkaç sloganın ötesine geçilmedi. Okumuşu ile, sade yurttaşıyla, milletimizin çok büyük bir kısmı Atatürkçü öğretinin kendisine sunduğu kurtarıcı ilkelerden, çözümlerden habersiz. Halkın uyanışı, başlangıçta köy enstitüleri ile gerçekleştirilmek istendi, fakat onun da önü kesildi.
Bugün çaresiz miyiz? Hayır değiliz, türlü yollar var önümüzde, ben birine değineceğim bu yazımda. Ne olduğunu basitçe ortaya koymadan önce, başarılı olmuş bir uygulamasını anlatmam gerekiyor,  2011 tarihli bir makalemden[i] özetliyorum. 

John Wilhelm Snelman (1806-1881),  Çağının yeni yetişen Fin aydınlarının en önemli temsilcisiydi. En büyük tutkusu halkın aydınlanması idi. Ancak biliyordu ki bunu tek başına ve oturduğu yerde başaramazdı, Aynı tutkuyla yanan, yetenekli insanları toplamalıydı çevresine ve onları harekete geçirmeliydi. Düşündüğünü yaptı: Bir araya getirdiği birkaç genç öğretmen, din adamı, avukat ve memur, iş adamıyla, halk kitlelerinin aydınlanması için adeta bir seferberlik ilan etti.
Karşısına aldığı bu bir avuç yol arkadaşına şöyle seslendi:
Siz halkın aklını, halkın iradesini ve enerjisini, halkın vicdanını uyandırmak zorundasınız. Halkın düşüncesini uyandırmalısınız.
Ülkemiz büyük bir ailedir. Bütün vatana o gözle bakınız. Unutmayınız ki yoksul bir oduncu, kantarcı ve hizmetli dul kadın da dahil, hepsi, Fin halkının tüm bireyleri sizin kardeşlerinizdir. Sizin göreviniz onları eğitmektir. Onları büyük, kültürlü halkların ailesine sokmaktır. Unutmayınız ki, halkın cehaleti, yoksulluğu, kabalığı, sarhoşluğu, hastalıkları sizin ayıbınızdır.
Kenevirden nasıl halat yapıldığını biliyor musunuz? Önce küçük kenevir liflerini alıp ince iplikler örüyorlar. Sonra bu ipliklerden birkaç tanesini birlikte büküp kalın ipler yapıyorlar. Birkaç kalın ipi bükerek halat haline getiriyorlar. Ve bu halatlar kocaman okyanus gemilerini rıhtımlara bağlı tutacak kadar sağlam oluyor. Bizim işimiz de böyledir. Dağınık iyi niyetlerimizi bir araya getirip birleştirmek zorundayız. Halkımızın aydınlanmasını ancak bu şekilde sağlayabiliriz. 

Snelman farklı bölgelerden öğretmenleri bir yere toplayarak kurslar düzenledi. Öğretmenlere şöyle seslendi: “Sevgili arkadaşlar! Çalışma koşullarınızın ne kadar ağır olduğunu biliyorum. Biz, yeni millî eğitim ordusunun öncüleriyiz. Halkın cehaleti ile savaşırken bütün ağır yükü üzerimize almak zorundayız. İlk zamanlarda övgü ya da takdir görmeyebiliriz; yine de fedakârlık yapmalıyız. Sizleri fedakârlığa davet ediyorum! Herkesi değil, yalnızca fedakârlık yapmayı kabul eden ve bunu yapabilecekleri çağırıyorum. İşte benim ricam üzerine ülkemizin en kültürlü insanları, bilim adamları sizlere beşer, altışar, onar konferans vermeyi kabul ettiler. Onların bilgilerinden faydalanın ve okula döndüğünüz zaman öğrendiklerinizi öğrencilerinize aktarın”.
Sonunda ülkede onlarca, daha sonra yüzlerce büyük ve küçük Snelman’lar ortaya çıktı! Yeni millî eğitim ordusu hayali bir gerçek oldu!

Ülke işgal altındaydı. Halkı yoksuldu, eğitimsizdi, yabanıl ve perişandı, tembeldi, ilkel ve geriydi. Bu ülkede bir öncü adam, onun peşinden başka aydınlar ortaya çıktı. Sayıları azdı ama yurtseverdiler, fedakâr, kararlı ve yetenekliydiler. Halkı sahiplendiler, sırça köşklerini terk edip ayağına gittiler, ona bilimin ışığını, yüksek ahlakı ve değerleri götürdüler. Gittikçe çoğalıp çok geçmeden bütün ülkeyi kapladılar. Halka, insanlara hizmet aşkıyla, onlara ışığı götürme idealiyle yanıp tutuştular. Bütün rahatı teptiler; boş, masa başı polemiklerini bırakıp yürüdüler, bütün engelleri aştılar; sayıları alabildiğine arttı, on kişiyken, on binler oldular; ellerinde meşaleler, bütün ülkeye yayıldılar.

İki yaratıcı güç bir araya geldi! Kutsal buluşmadan yepyeni bir toplum doğdu. O perişan, kayıtsız ve tembel halk canlandı, okumaya, çalışmaya, düşünmeye, iş yapmaya, ürün vermeye başladı; ülke bayındırlaştı, kalkındı.

‘***’
Halk öğretmeni Wilhelm Snelman’ın eserinden kendimize hangi dersleri çıkarabiliriz?
Bir halkın gerçek aydınlara, su gibi hava gibi ihtiyacı vardır. Gerçek aydının birinci görevi halkı eğitmektir. Gerçek aydın, bütün yurttaşlarını kardeşi olarak görür. Halkın kusur ve eksiklerinden yalnızca kendisini sorumlu tutar. Onu küçümsemez, alaya almaz, hâkir görmez. Bilir ki halk aydının aynasıdır. Aydın halka bakınca aslında kendini görür, dolayısıyla, hatalarını, sorumluluklarını ve ödevlerini de görür.

Halkın uyandırılması her zaman bir öncü gerektirir, bir öncü kadro gerektirir. Bu öncü kadro çeşitli mesleklerden aydınları bir araya getirmeli, ana hedef yönünde adeta bir seferberlik ilan etmelidir. Hedefe götürecek araç yeni bir “millî eğitim ordusu”, “halk öğretmenleri ordusu” kurmaktır. Ancak bu orduya, yalnızca, her türlü fedakârlığı yapmayı içtenlikle kabul edenler alınmalıdır. Öğretmenlere ülkenin en bilgili aydınları tarafından konferanslar, seminerler verilmeli, kurslar düzenlenmelidir.

Öncü kadro, halkla yüz yüze temasa gelir, onlarla tanış olur. Halk öğretmenleri ile temasını sürekli kılar. Bir haberleşme ağı kurar. Günümüzde bu imkânı Internet de çok geniş ve hızlı bir şekilde sağlayabilir. İkincil öncüler olarak öncelik öğretmenlere verilmelidir. Onlar için yetiştirici kurslar düzenlenmelidir. Ülkede ikincil, üçüncül öncülerin,… ortaya çıkması ve sayıca artmaları şarttır. Başarı için yılmadan, ara vermeden, yıllarca çalışmalıdır.

Atatürk ne diyor: Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir!
Dikkat edin: Milletleri kurtaranlar “politikacılardır, milletvekilleridir, bakanlardır, başbakanlardır” demiyor, “öğretmenlerdir” diyor,“yalnız ve ancak öğretmenlerdir” diyor!

‘***’
Ve Türkiye…
Bir ana merkez, öncü kadro’nun bir araya geldiği…, çevresinde ilk halk öğretmeni adayları, gönüllü, yetenekli, göreve hazır. Aktarıyorlar, avuç avuç ışık aktarıyorlar onlara. Peki, neleri? On ilke’yi, ana fikirleri… Bir program ve müfredat çerçevesinde, İlkeler’den oluşmuş,  ana fikirlere dayalı… Yetişiyor orada gönüllüler, öğreniyor, olgunlaşıyorlar. Bir ay, belki iki ay boyunca... Sonra, memleketlerine dönüyorlar ikinci kuşak öncüler olarak; kafaları, kalpleri ışıklarla dolu, ellerinde malzemeler…

Her biri kendi memleketinde, bu sefer onlar açıyor kendi kurslarını. Aynı program, aynı müfredat, aynı malzeme… Seçtikleri yeni gönüllülere aktarıyorlar öğrendiklerini…
Ardından, üçüncü dalga harekete geçiyor: Bu sonuncular aynı şekilde yetişti ya, üçüncü kuşak öncüler olarak bu sefer onlar iş başı yapıyor. Aynı şekilde toplayıp öğrencilerini daha küçük birimlerden; hepsi de gönüllü, aynı tutkuyla yanan, göreve hazır olan…

Artık her yerde onlar var, Atatürkçüler var: fedakâr, kültürlü, aktif, uygulayıcı ve öğretici…
Dağınık iyi niyetler bir araya gelmiş, birleşmiş, bir güç olmuş.
Büyük Aydınlanma halka halka, dalga dalga bütün ülkeye yayılmakta: Bölge bölge, şehir şehir, belde belde, köylere, mahallelere…
Sistem hep işliyor, sistem hep yaşıyor, sürekli meyve veriyor.
Halkın aklı, enerjisi, halkın vicdanı uyanıyor. Halkın düşüncesi uyanıyor.  Cehaleti, yoksulluğu bitiyor.
Yeni Halk Öğretmenleri Ordusu… Bir dev ağaç misali, kök, gövde, dallar, dalcıklar… sarıp kucaklıyor bütün Türkiye’yi.
Mutlu ve güçlü Türkiye’yi,
Bölünmez, ebedî Türkiye’yi!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.