Cihan Dura |
12.2.2014
Halkımızın
temel sorunları, gerçek sorunları vardır: Kalkınma, işsizlik, eğitim
gibi… Kaynak kullanımı, yoksulluk, tarım, sanayi, borçlanma, dış
bağımlılık, konut sorunu, trafik kazaları, kadın cinayetleri, çocuk
kaçırmalar, din simsarlığı, toprak ağalığı gibi… Bunların çözümü cesaret
ve büyük özveriler gerektirdiğinden, bilgi ve uzmanlık, yurtseverlik
gerektirdiğinden, çirkin politikacılar, entel “aydın”lar bu sorunlardan
uzak dururlar; halkımızı Çirkin Batı’nın ve kendi çıkarlarına göre
ayarlanmış sözde demokrasi, özgürlük, azınlık hakları, etnisite gibi
soyut sorunlarla meşgul ederler. Oysa asıl “açılım” yapılması gerekenler bunlar değildir, asıl “açılım” yapılması gerekenler yukarda örneklerini verdiğim sorunlardan biri de –son günlerde yapılan operasyonlarla iyice gündeme oturan- yolsuzluklardır. Türkiye
ne acıdır ki günümüzde bir yolsuzluklar cehennemine dönüşmüş bulunuyor,
üstelik ahlaka büyük önem verdiğini söyleyen, İslam’ı bayrak yapan bir
iktidar döneminde.
Bilim
gözlem ister. Gerçekler ancak yapılan gözlemlerden genellemeye gidilerek
keşfedilir. Biz de öyle yapalım. Gözlem yapalım, hem de bolca yapalım.
Somut olguları bir araya getirelim, art arda sıralayalım. Sadece bu
sıralama bile bize bir ilk genelleme yapma fırsatını sağlayacaktır.
‘***’
Yılda
1,5 milyar dolarlık akaryakıt kaçakçılığı… Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı ile birçok bürokrat yargıda. - Tekstilde 1 katrilyonluk
hayali ihracat… -SSK’da ilaç yolsuzluğu: Roche SSK’ya, piyasaya
sattığının 2-3 katı fazla fiyatla ilaç sattı. SSK’nın 2 üst düzey
yöneticisi tutuklandı. – Maliye bakanının oğlu 4 bin ton mısır ithal
etti; gümrük vergisi ithalden hemen sonra yüzde %70′e yükseltildi. -30
trilyonluk buğday vurgunu… - Çevre ve Orman Bakanlığı bürokratları ihale
kazanan firma tarafından ağırlandı. -TOKİ’de milletvekili
ayrıcalıkları.
,
Hakkâri’de
iş olanakları AKP’liler tarafından kontrol ediliyor. - Gümrükte büyük
vurgun… - Seçmen listelerine mevtaları kim yazdırdı? - Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezi tarafından yapılan sınavlarda, sınav sorularını
sızdırarak para karşılığı satan kopya şebekesi… -Sahte
diploma ve denklik belgeleriyle “mimarlık” yapan 30 kişi yakalandı.
Ardından, 37 kişinin de sahte belgelerle “inşaat mühendisliği” yaptığı
belirlendi. -Anadolu liselerine ek yerleştirmedeki usulsüzlük... -Rüşvet
dağıtıp ihaleleri kapmış! -Başbakanın eski özel kalem müdürü, görev
yaptığı 5 yıl içinde İstanbul ve Ankara’da 5 değerli gayrimenkul sahibi
oldu. -Sarıyer’de rüşvet operasyonu… -SGK’dan para alabilmek için sahte
ameliyat belgeleri düzenlediler. - İlaç firmaları doktorlara rüşvet
dağıttı.
Nedir
bunlar değerli okur? Yukarda belirttim: Bunlar Türkiye’de her gün olup
duran binlerce yolsuzluk olayından sadece birkaçı... Yakın zamana ait
gazete haberlerinden derledim. Evet, bunlar Türkiye Cumhuriyeti’ni için
için kemirip çöküşe götüren, ülkemizin gerçek sorunlarından yolsuzluk
örnekleridir. Bunlar aynı zamanda Türkiye’nin kokuşup çürümekte
olduğunun da göstergeleridir.
Peki, yolsuzluk nedir? Yolsuzluk
“bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanmak”tır. Bu olgu, en geniş çaplı
olarak siyasî ortamda kendini gösterir; bu kapsamda “politik yozlaşma”
adıyla da anılır. Politik yozlaşma politik karar
alıcıların özel çıkar sağlamak amacıyla, toplumda mevcut kuralları ihlal
edici eylemlerde bulunmalarıdır. Başlıca şekilleri şunlardır: Rüşvet, zimmet, partizanlık ve patronaj, adam kayırmacılık, oy ticareti, lobicilik, rant kollama, kamu sırrını sızdırma, gönül yapma, politik dalavere.
Politik
yozlaşma son derecede zararlıdır: Toplumu, devleti kemirir. Sosyal
ahlakı bozar. Kaynak israfına yol açar, gelir dağılımını olumsuz
etkiler. Halkı devletinden soğutur, sosyal çatışmaları tetikler.
Dayanışmayı, ulusal birliği zayıflatır. Bir devleti çöküşe bile
götürebilir.
‘***’
Türkiye’de
yolsuzluklar dur durak bilmiyor; giderek artıyor, genişliyor, ivme
kazanıyor. Bol örnek vermekte fayda var dedim ya, aşağıda da son iki
yıla ait gözlemlerimi sunuyorum.
-
Ernst&Young’ın “2012 Küresel Yolsuzluk Anketi”ne göre Türkiye’de üst
düzey yöneticilerin yüzde 52’si, iş hayatında rüşvet ve yolsuzluğun çok
yaygın olduğuna inanıyor. “Küresel Yolsuzluk Araştırması” adlı bir
çalışmaya göre ise Türkiye’de halkın büyük kısmı parlamento, siyasi
partiler, din adamları medya ve özel sektörün yolsuzluk yaptığına ve bu
kurumların temiz olmadığına inanıyor.
-“Orman
vasfını kaybetmiş arazilerin hak sahiplerine satışı”nı öngören, 2B
yasasının kabulünün hemen ardından “rant olayları” alıp yürüdü. - Temmuz
2012’de yapılan ÖSYM’nin KPSS sınavı soruları önceden para karşılığında
dışarı sızdırıldı. -Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na
hizmet veren bir organizasyon şirketi hakkında başlatılan soruşturma,
Fon içinde yapılan bir dizi usulsüz harcamayı gözler önüne serdi (Fon’la
ilgisiz seyahat harcamaları, limuzinle karşılamalar, striptiz
şovlarının faturaları gibi)
-Sayıştay’a göre kamu idarelerindeki usulsüzlükler saymakla bitmiyor. -Kamu ihaleleri büyük oranda denetim dışı. -Bedava
kömür uygulamasında kömür, maliyetinden yüzde 46 daha fazla fiyattan
satın alındı. -TEDAŞ özelleştirilirken, 10 şirketinin paraları da
devredildi: Zarar 3,4 milyar TL. -14 termik santralin
özelleştirilmesinde yolsuzluk. -AKP
Milletvekili Genel Kurul’da bir bakandan “torpil” isterken, objektiflere
yakalandı. -Milli Eğitim Bakanlığı, okul müdürü atamasında sözlü
mülakatlarda yandaşlara yüksek puan uyguluyor. -Sağlık sektörüyle ilgileri bulunmayan kişiler hastanelerde müdür veya müdür yardımcısı olarak atandı. -Rektör, şirket ortağını yardımcısı yaptı, 4 ayrı göreve birden getirdi. -AKP’li Belediye Başkanı ile yardımcısının aralarında bulunduğu 6 kişi ihaleye fesat karıştırmaktan gözaltına alındı. -Suriye’de
yaşanan iç savaş AKP’li yerel yöneticileri ve yakınlarını zengin etti:
Tonlarca mazot kaçakçılığından büyük rant sağlandı.
-Türkiye rüşvette Avrupa birincisi!... -AKP hükümetinden 3 bakanın oğlunun da bulunduğu 22 kişiye rüşvet ve yolsuzluk operasyonu… -Bakan oğlunun “para sayma makinesi” ile para saydığı, 6 çelik kasanın olduğu Gökkafes’teki ev; İstanbul’un Boğaz manzarasına hâkim, aylık kirası 60 bin liradan başlıyor! -İstanbul merkezli operasyonda “rüşvet tarifesi”: Riskli transferlerde rüşvet oranı yüzde 0.5... Para bakan ve bürokratlar arasında paylaşıldı. -TCDD Liman İşletme Müdürlüğü ve bağlı daire başkanlıklarına İzmir merkezli rüşvet ve yolsuzluk operasyonu… -Maliye, AKP’nin ihale baronlarının vergi borçlarını çerez parasına indirmiş, vergi cezaların silmiş. Her yıl böyle silinen vergi 1,5–2 katrilyon TL! –Ve AKP'li eski Bakan: İstanbul'da imar planları, bütün yüksek yapılar Başbakan'ın onayı ile yapıldı!...
‘***’
Soruyorum:
Kimlerdir bu yüz karası olaylara bulaşanlar? Ne yazık ki bizim
insanlarımız, bizim yöneticilerimiz, siyasetçilerimiz, bürokratlarımız,
memurlarımız, bizim öğretmenlerimiz, okumuşlarımız, aydınlarımız, bizim
öğrencilerimiz, gençlerimiz… Ve bizim halkımız!...
Neden
bu rezillikleri yaptılar? Çünkü yurttaşlarımızın büyük bir eksikliği
var: Millî ahlak!... Eğer bu yurttaşlarımıza zamanında sağlam bir
sosyal ahlak eğitimi verilseydi, böyle rezilliklere tevessül ederler
miydi? Sosyal ahlak, ya da Atatürk’ün deyişiyle Millî Ahlak “Milletin
sosyal düzeni, huzuru, mutluluğu, güvenliği ve ilerlemesi için,
yurttaşlardan her alanda ilgi, çalışma, nefsin feragatini isteyen” ahlaktır. Atatürk bu ahlakı bizlere miras olarak bırakmıştı. Ve çalışma ahlakını da: Bir hak ancak çalışmakla kazanılır.
Eğer
genciyle, yetişkini ile sonraki kuşaklar; Atatürk’ün millî ahlak öğüt ve
kuralları çerçevesinde terbiye edilmiş, eğitilmiş olsaydı; o öğütleri,
soludukları hava misali hayatlarının her anında adeta yaşayıp
uygulasalardı, rüşvet, irtikâp, zimmet, partizanlık ve patronaj, adam kayırmacılık, torpil, rant kollama, kamu sırrını sızdırma, soru satma, kopyacılık, sahtecilik gibi yüz karası eylemlere kalkışırlar mıydı?
Böyle ve yaygın cehalet de olunca Atatürk’ün şu öğüdüne de uyulmadı: Muhterem
milletime tavsiyem odur ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar
çıkaracağı adamların kanındaki ve vicdanındaki asıl cevheri çok iyi
tahlil etmek dikkatinden bir an vazgeçmesin!
‘***’
Uyulmayınca ne oldu peki? Kaçınılmaz sonuç…, kleptokrasi oldu!…
Bir
ülkede yolsuzlukların derecesi o ülkenin yönetim kadrosu, bunların
ahlakı ve davranışlarıyla yakından ilişkilidir. Eğer bir ülkede
yöneticiler yolsuzluğa batmış durumda ise, orada hâkim olan rejime kleptokrasi denir. Bir bilim adamımız, Prof. Dr. S. Kemal Erol “kleptokrasi” belasını şöyle açıklıyor[i]:
Kleptokrasi, “bir ülkede
iktidarı ele geçiren bir siyasal grubun, o ülkenin kaynaklarını
sistemli olarak soyması şeklinde kendisini gösteren bir hırsızlar
rejimi”dir. Kleptokrat ise “hırsızlar rejimini yürüten, ülkede güç sahibi olan politikacı”dır.
Kleptokrasilerin
belirgin bir özelliği ülkede yerli üretimin büyük ölçüde çökmüş
olmasıdır. İç pazar ithalata dayalıdır ve iktidar yandaşlarının da yer
aldığı büyük sermaye gruplarının eline geçmiştir. Yurt içinde,
ekonominin yürütülebilmesi için, halkın yararına olan tüm birikimler ve
yeraltı kaynakları pazara çıkarılarak haraç mezat, yok pahasına satılır;
bunun adına da özelleştirme denir. İnsan haklarını her
alanda çiğneyen kleptokrat yönetim; rüşveti, bürokraside bir kural
haline getirir. Hırsızlığı demokrasi içerikli söylemlerle kamufle
ederek, yoksul kesimleri soygunlarıyla daha da fakirleştiren bir çete
iktidarı; ülke içinde devletin daha önce yaratmış olduğu sanayi
yatırımlarını, iletişim kurumlarını, limanları ve yeraltı
zenginliklerini yerli ve yabancı kapitalistlere peşkeş çekerler. Bir
yandan da gerçekte fakirleştirdikleri ülkeyi, o zamana kadar görülmemiş
şekilde kalkındırdıklarını ileri sürerler. Bu iddiaya karşı çıkanlar
acımasızca cezalandırılır, defterleri dürülür. Tutukevleri dolup taşar.
Herkese dinleme ve fişlenme uygulanır.
Kleptokrat,
karşıtlarının yok oluşundan büyük haz duyar; ancak yine de sürekli bir
korku içinde yaşar, bilinçsizce herkese saldırır bu yüzden.
Güvenliğinden emin olmadığından zırhlı koruma birliklerini artırır. Bir
polis devleti kurma çabası içine girer. Ülke sorunları büyüdükçe, bundan
başkalarını sorumlu tutar. Kararları hep kendisi almak ister, ama her
şeyi yüzüne gözüne bulaştırır.
Endonezya’da Suharto, İtalya’da Mussolini, eski Yugoslavya’da Slobodan Miloseviç, Filipinler’de Ferdinand Markos, Mısır’da Hüsnü Mübarek,… kleptokrat
örneklerinden sadece birkaçıdır. Dış güçlerin ve emperyalistlerin
kuklası olan kleptokrat, her yerde –dilerim, Türkiye’de de- tarihin
çöplüğündeki yerini almakta gecikmez.
[i] S. Kemal Erol, “Medikopolitik: Kleptokratlardaki Fobi Olgusu”, Cumhuriyet, 21.7.2012.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.