Evet,
Çanakkale Savaşlarının başkomutanı Alman general Otto Liman von Sanders’ti.
Mustafa Kemal henüz bir albaydı. Ama savaşlardaki kabiliyeti ve kahramanlığı kısa zamanda duyuldu ve tanındı. Mehmet Emin Yurdakul’un daha savaşlar devam ederken yazdığı şiir bunun kanıtıdır. “Tan Sesleri” adlı kitabında “Ordunun Destanı” adlı şiirinin ilk kıtasında Mustafa Kemal’e yer verir.
Mustafa Kemal henüz bir albaydı. Ama savaşlardaki kabiliyeti ve kahramanlığı kısa zamanda duyuldu ve tanındı. Mehmet Emin Yurdakul’un daha savaşlar devam ederken yazdığı şiir bunun kanıtıdır. “Tan Sesleri” adlı kitabında “Ordunun Destanı” adlı şiirinin ilk kıtasında Mustafa Kemal’e yer verir.
“Ey bugüne
şahit olan Sarphisarlar
Ey kahraman Mehmet Çavuş Siperleri
Ey Mustafa Kemal’lerin aziz yeri
Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler”
Ey kahraman Mehmet Çavuş Siperleri
Ey Mustafa Kemal’lerin aziz yeri
Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler”
Churchill bu planı Akdeniz filo
komutanı Amiral Carden de destek bulunca plan İngiliz parlamentosundan geçti.
Zamanın en ileri teknolojisine sahip olan İngiliz donanması tarihinde hiçbir
yenilgi almamıştı. Fransa’nın desteği ile dünyanın en büyük donanmasını
oluşturuyordu. Bu donanmaya yenilmez armada ismi takılmıştı. Bu donanmaya karşı
gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından
zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı asla.
19 Şubat’ta
başlayan deniz harekâtı 18 Mart’a kadar hiçbir başarı elde edemedi. Bu direnci
beklemiyorlardı. 18 Mart ”ta başlatılan büyük saldırı ise hezimetle
noktalanacaktı.
Emperyalistlerin 6 Savaş gemisi ve 1 Destroyeri battı. 3 Savaş gemisi ve 1 Savaş Kruvazörü hasar aldı. 8 Denizaltısı ise kayboldu.
Emperyalistlerin 6 Savaş gemisi ve 1 Destroyeri battı. 3 Savaş gemisi ve 1 Savaş Kruvazörü hasar aldı. 8 Denizaltısı ise kayboldu.
BİR
YOLCU’YA
Dur yolcu!
Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız,
gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek,
koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki,
hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmettin
Halil Onan
Deniz
savaşını ve yenilmez armada ünvanını kaybeden emperyalistler bu defa kara
savaşlarıyla Çanakkale’yi geçmeye çalıştılar. Tüm cephelerde başarısızlığa
uğradılar. Deniz zaferinden sonra kara savaşlarında da emperyalist kuvvetlere
karşı büyük bir zafer kazanıldı. Emperyalistlerin en büyük korkusu olan zehirli
gaz kullanılması ve su kaynaklarının zehirlenmesi gibi yöntemlere başvurmayıp
mermisi bittiğinde süngüsüyle savaşan Osmanlı askerlerinin mertliği karşısında
özellikle Anzaklar büyük şaşkınlık yaşadılar.
Fransız
Andre Lemoine savaş anısı
18 Martta
batan Fransız gemisinden 20 kişilik bir denizci sahile çıkmaya muvaffak
olurlar. Ama karaya ayak bastıkları anda Türk askerlerini de karşılarında
bulurlar. Bu olayı Andre Lemoine şöyle anlatıyor:
“Sahile
çıktığımız zaman bitkindik. Bir taraftan üzerimizden akıp giden mermiler, diğer
yandan mayınlar… Korkulmayacak gibi değildi.. Üstelik şimdi kızgın düşmanla
karşılaşmıştık… Bizi aldılar, ilerideki tepenin hemen arındaki bir kulübeye
götürdüler. İçlerinde subay yoktu… Üzerimizdeki ıslak elbiseleri çıkardık. Bize
kaputlarını verdiler. Sobanın başında ısındık. Az bir zaman sonra ekmek ve azık
getirdiler. Kendilerinin tayınları olduğu belliydi. Karşılıklı yedik bunları..
Çorba ikram ettiler.. Düşman değil müşfik kurtarıcılar gibi davranıyorlardı. Az
sonra genç bir teğmen geldi. Güzel Fransızca konuşuyordu.
“Sizin için
savaş bitti. Artık düşman değilsiniz. Biz zengin değiliz. Erlerim sizi ancak bu
kadar ağırlayabilmişler…” dedi.
Daha sonra
bizi aldılar ve Tekirdağ’a götürdüler.
Türklerin bu
büyüklüklerini unutamam.”
Bean
anlatıyor
Bu çıkarmada
bulunan tek sivil ve tek gazeteci Avustralyalı Charles Bean idi. Bean, o tarihi
günü bakın nasıl anlatıyor:
“25 Nisan
Pazar (geceyarısı): Gemiler Limni’den geldi. Güvertede uykulu bir ses
esnemelerle kesilen bir şarkı söylüyor… Derken ilk kez 4.38’de, dikkatle kulak
verdiğimde, ta uzaklarda bir takırtı duyuyorum; küçük tahta bir kutunun iç
kısmına bir kurşun kalemle hafifce vurulurmuşçasına. Bu takırtı sürekli gidip
geliyor. Son derece uzaktan ve derinden gelen bir ses ama benim için artık yabancı
değil. İlk defa işitmeme rağmen bunun ne sesi olduğundan hiç şüphem yok.
Ateşlenen tüfeklerin yankılanan sesi bu; önce birkaç el, sonra daha ağır ve
sürekli… İlerdeki tepelerde yoğun çarpışmalar oluyor…
Sandal 50—60
santimetre derinlikte bir suda karaya çekildi. Dışarı fırladık…Limni’de sırt
çantalarının ağırlığından yıkılanlar olduğunu gördüğüm için dikkatle çıktım,
kumsala dek suları yara yara yürüdüm ve sonunda Türk topraklarına ayak bastım…”
“Türkler’i
esir alma, öldür”
Her gün olaylar hakkında küçük notlar alıp akşam kıt ışık altında veya ay ışığında bunları düzenleyen Resmi Savaş Muhabiri Cherles Bean, 29 Nisan 1915 tarihinde ise şu dehşet satırları yazıyordu:
“Her gün
kampa Türk esirler getiriliyor. Avustralyalıların esirlere hayli kötü gözle
baktıkları kesin… Bu yüzden bizim Avustralyalılar eğer ellerinden geliyorsa,
esir almayıp yaralıları öldürme yoluna gidiyorlar.
Hem Yeni
Zelandalılar, hem de Avustralyalılar, kimi durumlarda en azından ilk karşılaşmalarda,
hele işler kötüye giderken, Türkler’den esir alınmaması yolunda üstlerinden
kesin emir aldıklarını söylediler bana. Bunlara inanmıyorum, ama doğru da
olabilir.”
Dehşet dolu
satırlar…
Bean,
günlüğüne 26 Eylül Pazar günü için ise, yaralıları öldürdüklerini içeren şu
dehşet dolu notları kaydetmiş:
“Nevinson
ile birlikte İmroz adasında Panagia köyüne gittik. W.’nin emir eri X bize yolda
son derece şaşırtıcı şeyler anlattı. X, Munster alayındaymış. Birçok süngü
hücumunda bulunduğunu söyledi bana…
57. Alay |
“Ertesi gün
o Almanın canını alıverdik’ dedi X. Kulaklarıma inanamadım bir an. Kent
bölgesinden gelen tatlı, yumuşak, becerikli bir adamdı bu X. Evet, iyi eğitim
görmemişti, cahildi ama yumuşak başlı iyi bir adamdı… Bu sözlerin üstüne
gerçekten öylesine midem bulandı ki konuşamadım. Yaptığı işin dehşeti hakkında
en ufak bir fikri bile yoktu. Hatta bununla övünür gibiydi. Eğer bizim
Tommy’lerimizin bir kısmı böyle savaşıyorsa, Tanrı yardımcımız olsun. Evet
yaralıları öldürmekle böbürlenen bazı Avustralyalılar da görmedim değil, ama bu
savaşın heyecanı içindeydi. Ele geçirdiği yaralı adamı (Alman bile olsa) bir
gün sonra soğukkanlılıkla öldürebilecek çok fazla insan olduğunu sanmıyorum.”
Ve esirleri
yaktılar
Resmi Savaş Muhabiri Bean’in günlüğünde insanın tüylerini diken diken eden en önemli ayrıntı ise, maalesef Türk esirleri canlı canlı yaktıklarını itiraf ettiği satırlar. Bean, 8 Ağustos 1915 diye başlayan satırlarına şöyle devam ediyor:
“Bugün
Pazar. Bu topraklara ayak basalı 15 hafta oldu… Bugün hayatımda gördüğüm en alçakça
davranışlardan birine şahit oldum. Sığınağımın hemen karşısında 100 kadar Türk
ile 2 Alman esirin barındığı tutukevinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu…
Türklere çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en
uç köşesine üşüştüler ama acı akıbetten kurtulamadılar…Bu görüntüyü seyredip
gülüşenler arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanların
ağzını burnunu dağıtacak onurlu bir kişi yok muydu acaba? Aynı iş dün de
yapılmıştı çünkü…
Bu esirlere
yapılan muamele insanın yüzünü kızartacak derecede. Oysa bildiğimiz kadarıyla
Türkler esir düşen asker ve subaylarımıza olağanüstü iyi davranıyorlar…”
Avustralyalı
gazeteci Charles Bean’in Çanakkale Muharebeleri sırasında cephede gazetecilik
yapan tek özel muhabir olarak şahit olduğu bu olay yıllarca dünya kamuoyundan
saklandı. Bean’in yazdıklarından bu yakma olayının tek olay olmadığı da
anlaşılıyor. Çünkü “Aynı iş dün de yapılmıştı” diyor.
Çanakkale
Mahşeri
1998 yılının
son aylarında piyasaya çıkan ve iki ayda üç baskı yapan Çanakkale Mahşeri
isimli belgesel tarihi romanın yazarı Mehmed Niyazi de, Çanakkale Muharebeleri
üzerine 6 sene süren araştırmaları sırasında İngilizce ve Almanca kaynaklarda
100 Türk ve 2 Alman’ın yakılması ile ilgili bilgilere rastladığını belirtiyor
ve Bean’in güncesini doğruluyor. Mehmed Niyazi, yakılma olayının Yüzbaşı
Weistock’un emriyle yapıldığını bildiriyor. Mehmed Niyazi, yakma olayının bir
önceki gece gerçekleşen Türk saldırısının bir intikamı olduğunu ve tepelerden
saldırıya hazırlanan Türklere bir gözdağı vermek ve morallerini bozmak gayesi
ile yapıldığını söylüyor.
Madalyonun
öbür yüzü
Bean’in
günlüğünde yukardaki dehşetengiz olaylar anlatılırken aşağıdaki insani
davranışlar da kaydediliyor:
“4 Mayıs: Türkler, Kabatepe’de yaralılarımızı teknelerimize yüklememize izin verdiler. Bütün bu tahliye—yükleme sırasında hiç ateş etmediler… Bugün öğleden sonra saat 14.00’te donanmaya ait bir tekne, beyaz bir bayrak çekmiş olarak yaralıları toplamaya geldi. Türkler, teknenin gelip yaralıları almasına, sonra yeniden denize açılmasına izin verdiler…
11 Kasım:
Türklerle son zamanlarda epey yoğun haberleşmemiz oldu. Kendilerine gayet iyi
bakıldığını belirten bazı esir mektupları ile Kahire’de çekilmiş kanlı—canlı
fotoğraflar attık karşı taraf siperlerine… Türkler’den şu cevabı aldık;
‘Sizin
sadakanız ile yaşayan domuzdur. Midelerimiz dopdolu. Kollarımızın ucunda
ellerimiz, ellerimizde de süngülerimiz var. Eğer söylendiği kadar büyük
milletseniz, neden o yüce ilkelere uygun davranmıyor ve neden başka milletleri
kendi önderlerine bağlılıktan ayartmaya çalışıyorsunuz?..’
Son derece
onurlu bir cevap. Türkleri ayartma yolundaki girişimlerde ipin ucunu kaçırmamız
içten bile değildi…
Üç hafta
önce Türkler’in üç gün süren bir Bayramı vardı. Bizim siperlere iki paket
sigara attılar. Üzerinde bozuk bir Fransızca ile ‘Afiyetle için kahraman
düşmanımız’ yazıyordu. Başka paketin üzerinde de ‘Sevgili düşmanımız bize süt
gönderin.’ Konserve et gönderdik. Bir taşla sopanın üstüne yazdıkları cevapta
‘Konserve et istemeyiz’ dediler. Bunun üzerine biraz reçel, iyi bisküvi
fırlattık. Bütün bunlar saat 08.30 ila 09.15 arasında olup bitti. Sonunda
Türkler ‘Tamam’ ‘Fini’ diye bağırdılar. Ertesi gün aynı şeyler tekrarlandı.
Üçüncü günün sabahında ‘artık bu işe son verin’ şeklinde bir emir geldi…”
Mustafa
Kemal’den Anzaklara
“Bu memleketin toprakları üstünde *kanlarını döken
kahramanlar, burada dost bir vatanın bağrında *bulunuyorsunuz. Huzur ve
barış içinde uyuyun. Sizler Mehmetçikler ile *yan yana, koyun koyunasınız. Uzak
diyarlardan evlatlarını bu savaşa *gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz.
Evlatlarınız, bizim *bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat
rahat *uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık
*bizim çocuklarımız olmuşlardır.”
Çanakkale
kazanılmasaydı
Çanakkale
Zaferi —-> Ekim Devrimi —-> Kurtuluş Savaşına Sovyet Yardımı
Çanakkale
geçilseydi, Rus Çarlığına yardım gidecek ve büyük olasılıkla Ekim devrimi
gerçekleşmeyecekti. Ve işgalci emperyalistlere bir de Rusya katılmış olacak,
Doğu Anadolu Rusların, Ermenilerin tahakkümüne girecekti. Kurtuluş Savaşı
zorlaşacak ve Sovyet yardımından yoksun kalacaktı..
Haber Kaynağı: Bilimsel Felsefe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.