Finans
Baronlarının Dünya İmparatorluğu – 1-
1) Giriş
Büyük
Atatürk Kurtuluş Savaşını gerçekte İngilizlere karşı verdiğinin bilincinde, ama bunu asla
telaffuz etmeden Dünya Devletleri arasındaki hassas dengeleri de gözeterek o müthiş devlet
adamlığı ve askeri dehası ile, Alman müttefikinin yenilgisi
yüzünden ezik bir İmparatorluğun Anadolu’ya sıkıştırılmış yorgun ve bezgin insanlarını
kullanarak büyük zafere ulaştığında
topraklarında
güneşin
batmadığı Büyük Britanya İmparatorluğu’na ilk örnek darbeyi vurmuştu.
Dünya'da
güncel yaklaşık 200 Devlet'in 130'u 19ncu Asır'a girerken sömürge idi
ve bunların çoğunluğu Büyük Britanya'nın egemenliğinde ya da
kontrolündeydi. Bu sömürgelere ümit ışığı ve özgüven aşılayan Milli
Zafer, İngilizleri korktukları akıbete sürükleyecek, Hindistan ve
Afganistan gigi sömürgelerde B.Britanya'ya karşı ayaklanmalar
başlayacaktı. Arkasından Afrika ve Uzak Doğu'daki başkaldırılar
İngilizlerin ve başta Fransa olmak üzere diğer emperyalist Avrupa
ülkelerinde sıkıntılı yıllar yaşatacaktı.
İşte bu yüzden sömürgecilikle zenginleşmiş ve buna alışmış Batılı Devletler,
Türkiye Cumhuriyetine
karşı
müşterek bir gizli düşmanlık
tavrından
bir türlü vazgeçememişlerdir. Zaten
bu tavrın
tarihi kökenleri, Haçlı Seferlerine
ve Haçlı Ruhuna
karşı
başarılı direnişin liderliğini Anadolu Selçuklularının ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yapmış olması gerçeğinde yatar.
Tarih boyunca Musevilik ile Hıristiyanlık, Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasında çatışmalar
süre gelmişken
Müslümanlığın Musevilik ile resmi bir çatışması Filistin Olayına kadar
görülmemiştir,
bunda tüm Dünya Ülkelerine yayılmış Musevilerin İsrail Devleti kurulmadan
önce coğrafi
olarak tanımlanmış bir
örgüt kuramamış olmaları önemli rol oynamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun en çok genişlemiş olduğu
dönemde toplam nüfusunun 80 milyona
eriştiği, bunun sadece 11 milyonunun Müslüman olduğu tarihte kaydedildiğine göre Osmanlı Yönetimi’nin İslam’ı
orijinal felsefesi olan “Hoşgörü ve İnsanların Eşitliği” ilkesi ile uyguladığı
anlaşılmaktadır. Çeşitli
inanç gruplarının kendi hukuklarını
serbestçe icra etmelerine
izin verilmiş,
anlaşmazlıklarda adaletle ve süratle müdahale
edilerek insanların haklarının korunması sağlanmıştır, başkaca bir davranış asırlar süren hakimiyete zaten imkan vermezdi.
Gerileme
döneminde çeşitli
etnik kökenden özellikle Müslüman nüfusun çoğunluğu, Osmanlı’nın küçülen topraklarına sığınmış olduğundan günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti
vatandaşı
olarak 55 farklı kökenden insanımızın
ülke sınırları
içinde yaşadığı tespit edilmektedir.
Öyle ki örneğin
Arnavut kökenli Türk vatandaşlarının sayısı,
Arnavutluk nüfusundan
daha fazladır.
Bu mozaik içinde TC vatandaşı olan herkes aynı hukuka tabi eşit haklara
sahip olduğundan
suni bir gündem olarak yaratılan “azınlıklar”
sorununu anlamak
bizim
için mümkün değildir,
ancak bu hususun yetkililer tarafından da yeterince vurgulanmadığını görmek
üzücüdür.
Bir ülkenin sınırları içinde yaşayan herkese aynı
hukuk uygulanıyorsa burada illa da azınlık olma arzusu ile ortaya çıkanların
bazı art-niyetleri
ve gizli hesapları olmalıdır. Bunların arkasında destekleyici olarak açık ve gizli dış çıkar gruplarının
yer aldığı zaman içinde mutlaka ortaya çıkacaktır. Hammaddece zengin, jeopolitik konumu önemli ve insan gücü
potansiyelinin yüksek olduğu bir ülke doğal olarak emperyalistlerin ilgi alanı içine düşecektir. Kolay yutmak için her somun daima küçük lokmalara
bölünür, işte
Dünya Savaşı
arifesindeki soğuk savaş
döneminde, özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra,Dünya arenasında izlenen uluslararası ilişkilerde bu özellik öne çıkmıştır.
Asırlar boyunca üzerinde çeşitli medeniyetlerin yeşerdiği, çeşitli
devletlerin kurulup dağıldığı Anadolu topraklarının üzerinde bugün yaşayanların tamamının
sadece Orta Asya’dan gelen Türk boylarının
torunları olduğu iddia edilebilir mi? Tabii ki hayır, böyle bir iddia Türk boylarının
Anadolu insanlarının hepsine tam bir soykırım uyguladığı sonucunu
doğururdu
ki bu
zaten aklın
ve düşüncenin
özüne ve temeline aykırıdır. Bu itibarla ırk veya din esasına göre günümüzün ulus devletlerinin sınırlarını
yeniden düzenlemeye kalkmak Dünya’yı büyük ve
kanlı
bir karmaşanın
içine atmak demektir.
Tarihi
tesadüfler sonucu oluşmuş ülke sınırlarının Dünya’da Devletler arası
savaşlara ve/veya iç savaşlara neden olmaması
için belki Birleşmiş Milletler bünyesinde tüm siyasal liderlerin mutabakatı ile bir “Dünya Anayasası” oluşturulabilir, ancak başarı için
samimiyet, dürüstlük ve açık yüreklilik şarttır.
Bu da, bir yanda çıkar
çatışmaları sürerken
öbür yanda belirli ellerde müthiş bir zenginlik birikiminin görüldüğü çağımızda gerçekleşmesi hala uzak bir hayal gibi durmaktadır.
Basından öğrendiğimize
göre ABD ‘inin en zengin 225 şahsının yıllık
geliri en fakir kesimi oluşturan Dünya nüfusunun % 47’sinin gelirine, yani yaklaşık
3 milyar fakir insanın
gelirine denktir. Tüm insanlığa sanki refah getirecekmiş gibi sunulan “Küreselleşme” nedir, bu planın arkasındaki senaristler kimlerdir ve amaçları nedir? Bu soruların yanıtları bulunabilir
mi? Konuya ilişkin
çok sayıda
araştırmacı, yazar, düşünce adamının
çalıştıklarını
biliyoruz. Yönetim kadrolarımızı,
bu çalışmalardan yararlanarak doğru bir analiz yapmaya ve ülkemizin kendini korumasına yönelik stratejiler oluşturmaya çağırıyoruz.
Haber
Kaynağı: Murat Sezer
Metalürji Mühendisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.