12 Temmuz 2014 Cumartesi

Cumhurbaşkanı Seçimi Üzerine Düşünceler

Vildan Sevil









Cumhurbaşkanlığı seçimi, belki elli yıl önce okuduğum bir romanı çağrıştırdı bana. Elbette sözüm meclisten dışarı. Ama bilinçdışı süreçlere hükmedemiyorsunuz ki… Çağrışım işte… Nereden nereye…

Robert Louis Stevenson’un, çift kişiliklilik konusunu işlemesi itibariyle dünya edebiyatında ilk psikolojik roman sayılan DR. Jekylle ve Mr.Hayde adlı romanını(Yayın tarihi 1886) anımsadım. Romanın kahramanı Dr Jekylle’ın kişiliğinde, biri iyi ve saygın(Dr Jekylee), bir de kötü, cani olmak üzere(Mr Hayde) iki kişilik yaratır Stevenson. Sonunda Jekylee, Hayde’ı yok etmek zorunda kalırken kendini de yok eder mecburen.

Şu anda dünyaya hükmeden kapitalizm, DR Jekylee rolünü oynarken kendi varlığında, ipliği pazara çıkan Hayde’ları öldürüp dünyanın pekçok yerinde, özellikle bizim coğrafyamızda sayısız kişilikte Hayde’lar yaratmayı sürdürüyor. Ancak kendi buyruğunda olduğu ve halkları kandırdığı sürece yaşıyor bu Hayde’lar, sonra yok ediliyor zamane doktoru Jekylee tarafından.

Bizler… Yönetilenler, sömürülenler… Emeğin hakkını, özgürlüğü, adaleti, barışı, mutluluğu arayanlar… Yani tüm belaların sömürüye dayalı bu kapitalist sistemin üretimi ve sonucu olduğunu düşünenler, kendi seçeneğimizi bir türlü yaratamıyoruz. Azınlıktayız çünkü. Sistemden umudunu kesmeyen, başka bir dünyanın var olabileceğine inanan çoğunluğu ikna etmekten aciziz çünkü. Beceremiyoruz henüz. Nedenleri ayrı ve uzun bir konu. Bu nedenle, demokrasi oyununda hep figüran oluyor, her zaman kırk katır-kırk satır ya da aşağısı sakal-yukarısı bıyık ikilemleri karşısında arpacık kumrusu gibi düşünüp duruyoruz.

Dünya patronları, şimdi bize üç seçenek sunuyor:

. Ülkemizi, tümüyle kendi üstüne, sülalesine ve goy goycu çetelerine tapulamak, tüm yetkileri elinde toplayıp Sünni bir İslam devleti kurmak isteyen, bu amaç doğrultusunda, küresel güçlerin her emrine boyun eğen bir figür… Sadakaya bağladığı müritleri (Sayıları epeyce çok) ve kendi despotluğunu açıkça, kılıf uydurarak ya da utangaçça şak şaklayan bir kitle dışında, tüm muhaliflerine her türlü iftirayı, zorbalığı, saldırıyı reva gören, sırtını siyasal İslam’ın uyutucu duvarlarına dayamış, megalomaniye gark olmuş, davranışlarını ve sözlerini denetlemekten uzak, kaba, cahil bir figür… Dayanılır gibi değil.

. Büyük patronlar, birinci figürün halktaki tahammül sınırını iyice zorladığını, megolamanisinin zapt edilmez olduğunun farkına vardılar. Ama bu coğrafyada siyasal İslam’ın Işid, El-Nusra gibi en vahşi renkleri de olmak üzere her rengine, bunlar aracılığıyla mezhep ve etnik ayrıştırmalarla halkları kırdırmaya hâlâ ihtiyaçları var. Dünya yeniden paylaşılmakta, dünya pazarı yeniden oluşturulmakta, sınırlar yeniden çizilmekte.

Türkiye diğer İslam ülkelerinden farklı. Çok çabuk emperyalizmin kucağına oturmakla birlikte, anti-emperyalist bir savaş vererek kurulmuş, yarım yamalak da olsa, aydınlanmanın laiklik ve aklı öne çıkaran yaklaşımıyla tanışarak doksan bir yıllık deneyim edinmiş bir ülke. Askeri darbeler görmüş, sivil darbeyi de şimdi deneyimleyen ve siyasal İslam’ın ceberut yüzünü kaldıramayacak kadar Batı kültürüyle haşır neşir olmuş bir ülke. Abdestli kapitalizmin arsız, asık, despot yüzüne daha sevimli, ılımlı, kibar bir makyaj gerek. Toplumsal bir ihtiyaç ve bir gerçek olmayı sürdüren dini inanç olgusunu, insanların vicdanına bırakmak yerine, kitlelerin güdümlenmesinde kullanmak gerek çünkü.

Bu nedenle ikinci seçenek, siyasal İslamcı gelenekten gelen, kendi kulvarında ilmi birikimi olan, biraz da Batının fenniyle meşgul olmuş, siyasal İslamı daha güler yüzlü, yumuşak, ağırbaşlı, esnek taşıyan… Yaşam tarzıyla batı normlarına daha uygun, diplomatik deneyimi olan, BM’de ve diğer İslam ülkelerinde de tanınan bir figür.

Anımsayalım. Tahkim Yasasını, doğacak tepkilerden çekinerek Özal’a bile imzalattıramayan küresel güç, sol görünen Ecevit’e imzalatmıştı. Darağacının ipiyle dolaşıp kan üzerinden siyaset yapan MHP ise idam cezasının kaldırılmasında engelleyici tepki koymamıştır.

Varlığını muhalif olmaya adamış, sığ laiklik ve işine geldiği gibi kullandığı dogmatik bir Atatürkçülük dışına çıkıp toplumun demokrasi ve adalet istemine kulak vermemiş, emperyalizmin sunduğu sistem içi politikalara sürekli boyun eğmiş, sistemi reformize edecek politikalar bile üretmemiş ve sistem karşıtı güçlerle arasını sürekli açmış, başka bir ülkenin, dünyanın özlemi ve mücadelesi nin önünde tıkaç görevini başarıyla yerine getirmiş CHP ise siyasal İslam’a, ideolojik olarak da Türk-İslam sentezine açılarak son barutunu tüketmiştir. Emperyalizm, sistem içi figüranlarına, gerektiğinde, kendilerini inkâr ettirmekte de ustadır. Bu son örnek belki de hayırlara vesile olur. CHP’nin emekten yana, kendi partisini, çaresizlikten dolayı sürekli kerhen desteklemekten, savunmaktan usanmış güçlerinin, bu gerçeği artık göreceğini, sistem dışı solla, tüm emekçilerle birlikte kendi seçeneğini üretme arayışına gireceğini umuyorum.

. Emperyalizme bağımlı, güdük kapitalizmin kapitalist-ağa işbirliğiyle, aşiret bağlarını oya tahvil eden politikalarıyla yıllarca ezilmiş, aşağılanmış, horlanmış, yoksul bırakılmış, cefa çekmiş, bombalanmış, kulluktan çıkarılmamış bir halkın, birikmiş öfkesi, acısı, özgürlük isteminin simgesi bir figür…

Ne var ki emperyalizmin vardığı, küreselleşme denen son aşamasında, ulusal pazarlar ve onun gereği olan milliyetçiliğin oluşma dönemi artık bitmiştir. Artık her türlü milliyetçiliğin emperyalistler tarafından kullanıldığını görmeyen politikalar sonucu, kurtuluşunu milliyetçilikte, aşiret kültürünün sürdürülmesi suretiyle modern aşiret beylerinin emperyalizmle ekonomik ve politik ortaklığında arayan… Barış ve özürlüğü, emek sömürüsüne karşı tüm halkların, sisteme, emperyalizme, kapitalizme karşı birlikte mücadelesi ni oluşturmak yerine, emperyalizmle ve zorba, talancı işbirlikçileriyle gizli açık pazarlıklarda bulan politikaların taşıyıcısı bir figür…

Sonuç olarak, yine sistem tarafından kuşatılmış, seçeneksiz kalmış durumdayız.

Dedik ya… Bizler için sakal- bıyık, katır-satır…

Peki ne yapmalıyız?...

Bu yazı epeyce uzun oldu. Sorunun yanıtını ikinci bir yazıda bulmaya çalışalım.


Vildan Sevil


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.