8 Ağustos 2014 Cuma

Selefilik ve IŞİD







Kelime anlamıyla selef, öncekiler, önde olanlar demektir. Halef ise sonradan gelenler. İslami anlamını ise Buhari ve Müslim’de yer alan şu hadisten alırlar:
“En hayırlı nesil; benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları izleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir”
Hadiste belirtilen ve en hayırlı görülen ilk üç kuşak “selef” olarak adlandırılır ve Selefiler bu ilk üç kuşağın, öncelikle de sahabenin izinde olduklarını ifade ederler.  Bu üç kuşak; Ashab, Tabiin ve Tebe-i Tabiin. Yani Muhammed’in zamanında yaşayan Müslümanlar,  onların yakınları, onları görenler  ve onlardan sonra gelen ilk kuşak, çocukları-torunlarıdır. Sonradan gelenlerin, yani haleflerin bidatlar edindiğine ve şirke bulaştıklarına inanırlar. Sonradan gelenler olarak dışlananların içine mezhep kurucuları da dahildir, Tasavvufçular da. Hatta Tasavvufçular şirke batmış olarak görülür. Mezhep kurucularını dışlamakla beraber, Selefiliğin kökeni Hanbeli mezhebine, imam Ahmed bin Hanbel’e dayanır ve Ibni Teymıyye’nin yolunda giderler.  Son olarak da 19. Yüzyılda Vahhabilik adıyla ortaya çıkan akımın kurucusu Muhammed bin Abdulvehhab’ı imam olarak tanırlar. Selefiler dünün Vahhabileridir, günümüzde Vahhabi ismini kamufle edip kendilerini Selefi olarak  tanıtmaktadırlar.
Selefileri ve Vahhabiliğin yeni adı Selefiliği anlayabilmek için tarihi kökenlerini bilmek ve şu dört ismi, Ahmed bin Hanbel, İbni Teymıyye, Muhammed bin abdulvehhab’ı  ve Seyyid Kutub’u iyi tanımak gerekir.

Selefiliğin Tarihi Kökeni

Hanbeli mezhebinin kurucusu imam Ahmed bin Hanbel 780 yılında Bağdat’ta doğdu, 855 yılında Bağdat’ta öldü. Aklın öne çıkarılmasına ve bunun öncüsü olan Mutezile mezhebine karşı çıkan Hanbel “Kur’an’da ve hadislerde belirtilenlerin dışında bir şey lazım değildir, onlar yeter” düşüncesi doğrultusunda hareket etti. Kendi döneminde Hanbelilik yaygın olmakla beraber günümüzde pek fazla takipçisi kalmadı. Ancak mezhepsizlikle suçlanmamak için günümüzün Vahhabiler kendilerini Hanbeli mezhebinden tanıtmaktadırlar.

Selefiliğin kökeni  1263’de Harran’da doğan İbni Teymıyye’ye dayanır.  İbni Teymıyye Hanbeli mezhebinde yetişti. Ancak daha sonra kendine has uç fikirlerle ortaya çıktı. Mezhepleri eleştirdi, Tasavvuf’u İslam dışı saydı, İbn Arabi’yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça kafir ilan etti.  Allah’ı insan biçimli kabul etmesi ve ehli Sünnet inançlarına saldırması sapıklık olarak nitelendi ve Mısır’da hapse atıldı. Kur’an’da Allah’ın eli, yüzü, gözü, bacağı, tahtı gibi ifadeleri müteşabih olarak gören Ehli Sünnete karşın Teymıyye bunları hakikat olarak öne sürdü.  Gerçekten de ayet ve hadisler değerlendirildiğinde Teymıyye’nin bu konuda dayanaklarının güçlü olduğu görülür. Ancak devir Allah’ın insan ya da başka bir biçimde maddi varlık olarak görülmediği ve tasavvur edilemeyeceğine inanıldığı dönemdir, o yüzden Teymıyye’nin gökteki tahtında oturan Allah düşüncesi bile büyük tepki görür. Halbuki ayetlerle sabittir. Ancak bu ayetler Ehli Sünnetçe müteşabih olarak nitelenir.

Muhammed bin Abdulvehhab 1703 yılında doğdu. Gençliğinde Selefilik görüşünü araştırdı ve benimsedi. Şirk gördüğü inançlara karşı çıktı ve bazı sahabelerin mezarlarını yıktırdı. Kabile şefliği yaptı, çevre kabileleri birleştirdi ve yağmacı çetelerden oluşan düzensiz bir ordu  kurdu. Hac kafilelerini yağmaladı ve güçlendi. Böylece ilk Suudi devletinin temellerini attı. Osmanlı’ya karşı isyan başlattı ve savaş ilan etti.  1792 yılında öldükten sonra Vahhabiler Osmanlı’ya karşı savaşlarını devam ettirdiler. Şiilerin kutsal mekanı Kerbela’yı basıp tahrip ettiler. Mekke ve Medine’ye saldırdılar. 1802 yılında Hicaz topraklarını ele geçirdiler. Sonrasında süren savaşlarda kurdukları Suudi Krallığı 2 kez kurulup yıkıldı ve yeniden Osmanlı’ya geçti ama 1. Dünya savaşıyla birlikte bugünkü Suudi Arabistan Devleti 3. Kez kuruldu. Vahhabilik Arabistan’da egemen oldu ve Muhammed bin Abdulvehhab’ın soyundan gelenler Arabistan’da günümüze dek hükmettiler.

1906-1966 yılları arasında yaşayan Mısırlı Seyyid Kutub’un, El-Kaide’nin ideolojisine zemin hazırladığı iddia edilir. Kutub’a göre;  tevhide dayanarak biçimi ne olursa olsun yeryüzünün her köşesinde beşerî rejimlere ve düzenlere başkaldırmalı, yeryüzünde Allah’ın hâkimiyetinin yeniden yürürlüğe konulabilmesi için insan egemenliğine son verilmesini amaçlamalıdır. Kutub iki toplum olduğunu iddia eder. İslam toplumu ve Cahiliye toplumu. İslam olan toplumların çoğu da Kutub’a göre cahiliyedir ve Cahiliye toplumlarının İslam toplumuna dönüştürülmesi için beşeri sistemlere karşı savaşılmalıdır. Bu görüşler cihadi Selefilik olarak nitelenir ve El-Kaide ile diğer Cihadçı Selefilerin ideolojisinin temelini oluşturur. Seyyid Kutub,  İhvan yani Müslüman Kardeşler teşkilatındandı ve devlet başkanına suikast girişimine dahil olmaktan 10 yıl ağır hapis cezası yedi. 1964’de hapisten çıktı ama bir yıl sonra tekrar darbe hazırlığı iddiasıyla tutuklandı ve 1966’da idam edildi.

Günümüzde Selefilik

Günümüzdeki Selefiliği 2 ayrı kategoride değerlendirebiliriz. Suudi Selefiliği ve Cihadi Selefilik.  Asıl gövde ve güç Suudi Vahhabiliğidir.
Cihadi Selefiliğin ilk örneğini Afganistan’da Taliban iktidarı döneminde gördük. 1988’de SSCB’nin Afganistan işgaline karşı mücadele amacıyla kurulan Usame Bin Ladin’in El-Kaide örgütü, ABD desteğiyle büyüdü ve sonrasında terörist bir yapılanmaya dönüştü. İslam ülkelerinde halifelik kurulması  amacıyla eylemler yaptı. Gerçi Taliban’ı Selefilikten ayrı tutmak gerektiğini ve Diyobendi olarak tanımlanan cemaate bağlı olduğunu belirtelim ama pratik olarak Selefilerle aynı kulvarda sayılır. Selefi olmadığı halde Selefilerle güç birliği yapan ve onlara destek veren irili ufaklı birçok örgüt ve cemaat vardır. Irak’ta kurulan IŞİD de bu tür bir yapılanma ile ortaya çıkmıştır. Tümüyle Selefilerden oluşmayıp aralarında Sünni mezheplerden olan çeşitli ülkelerden katılımcılara sahiptir. Ama temel yapı olarak dünyada “Irak El-Kaide’si” olarak bilinir.

IŞİD – Irak ve Şam İslam Devleti

ABD’nin Irak İşgali sırasında , Ebu Musab Zerkavi tarafından kurulan  Cema’at el-Tevhid örgütü bombalı intihar eylemleriyle kendini tanıttı. 2004 yılında El-Kaide’ye bağlılığını bildirdi ve bundan sonra Irak El-Kaide’si olarak anıldı. Binlerce sivilin öldürüldüğü bombalı katliamlar gerçekleştirdi. 2011’de Mısır’daki Arap Baharı hareketinde şeriat çağrısıyla kendisi gösterdi. Ve ardından Suriye’de yaşanan olaylarda rol aldı. El Nusra Cephesi’nin katılımıyla örgüt büyük güç kazandı. Örgütün lideri Ebubekir El Bağdadi,  2013’te El-Kaide’de ayrıldığını duyurarak IŞİD’in kurulduğunu açıkladı. Katar ve Türkiye’den silah ve para yardımı aldığı iddia edilen IŞİD’in Irak’taki yapılanmasının merkezinde Saddam döneminin BAAS kadrosu var. Suriye’deki gücü 6-7 bin kişi olan IŞİD’in Irak’ta 10 binden fazla milise sahip olduğu tahmin ediliyor.

Irak Şam İslam Devleti diye Türkçeye çevrilen örgütün İngilizce adı: The Islamic State in Iraq and the Levant (ISIS). BBC’nin haberine göre, ISIS’teki “s”lerden biri Arapça (İngilizce) “al Sham”a tekabül ediyor. Bunun anlamı da Suriye, Şam ya da Levant (Doğu Akdeniz Ülkeleri) olabilir. BBC, örgütün küresel cihat kavramından hareketle, sözcüğün Doğu Akdeniz olabileceğini ifade ediyor.
* Cengiz Çandar da örgütün adının anlamını şöyle açıklıyor: “El Devle el-İslamiyye fi’l Irak ve eş-Şam” adlı örgütün baş harfleri okunduğunda Irak, Arapça ‘ayn’ ile yazıldığından, kısaca “Da’iş” diye telaffuz ediliyor. Şam, Osmanlı döneminin “Bilad eş-Şam”ını. Yani “Şam Ülkesi” anlamında. Yani, Suriye’yi ifade ediyor.

Suriye’de Esad’ı yıkma arzusuyla destek verilen, beslenip büyütülen terör örgütü, şimdi istilacı, katliamcı bir komşu devlete dönüştü ve NATO’nun gündemine girdi. “Komşularla sıfır sorun” hedefiyle gelen Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu, IŞİD’le birlikte cumhuriyet tarihinin en başarısız dışişleri bakanı olarak dibe batmış oldu. İstifa kültürüne  sahip olmayan bir hükümetin bakanından sebep oldukları bu durum karşısında istifa gibi erdemli bir davranış beklemek hayal kırıklığı olur. Gezi direnişçilerine terörist diyebilecek kadar alçalan ama yarattıkları canavarın elindeki rehineleri kurtarma bahanesiyle aleyhinde tek kelime bile edemeyen, hatta düşman olmadıklarını söyleyebilecek kadar gafilleşenler, belki de amaçladıkları sonuca erişmenin gizli sevinci içindedirler. Ve sonraki hamlelerin hesabı içindedirler. Bunun doğru olup olmadığını gelişmeler gösterecektir.

Haber Kaynağı: Bilimsel Felsefe
Serdar Kaangil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.