7 Ağustos 2014 Perşembe

Çin ve ABD Arasındaki Süper Güç Savaşı



Ters Açı 1923









ABD ve AB ülkelerinde sanayi üretiminin maliyeti 20. yüzyılının sonlarına doğru çok yükseldi. İşçilerin sendikalar aracılığı ile ücretlerini yükseltmesi, ayrıca sağlık sigortalarının işverene daha pahalı gelmesi, özel sektörü yeni arayışlara itti. Yeni çözüm gayet basitti. Stratejik olmayan ve az kazanç getiren sanayi mamullerinin üretiminin iş gücü ucuz olan başka ülkelere kaydırılmasıydı. Yeni üretim merkezleri geri kalmış, demokrasisi zayıf ve sendikal organizasyonları güçsüz olan ülkelerden seçilecekti.

ABD ise ileride kendisine potansiyel rakip gördüğü Çin'i yeni fason üretim merkezi seçti. Taktikleri ise her zaman gibi bir taşla birçok kuş vurmaktı. Çin'e yaptıkları yatırımlarla finans sektörünü kontrol altına almak istiyorlardı. Olay kontrol dışına çıkarsa, ABD'nin yan kuruluşları gibi çalışan Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, BM ve diğer örgütler baskı yapmak için devreye sokulacaktı. Böylece yatırım yaptıkları ülkenin iplerinin zamanla ellerine geçmesini umuyorlardı.

Çin başlangıçta gönüllü olarak bu işe aday oldu. Sermaye yetersizliğinden sabırla önceleri kendine dayatılan taktikleri kabul ettiği izlenimini verdi. Diğer taraftan ülkesinde özel olarak seçtiği öğrencileri 1980 senelerinin başlangıcından itibaren büyük sayılarda üniversite eğitimi almak için batıya yolladı. Ülkesindeki eğitim seviyesini yükseltip, kaliteli işçi gücünü artırttı. 1978 yılında Çin nüfusunun % 80 den fazlası fakirlik sınırının altındaydı. 2010 yılı sonuna doğru bu rakam % 20 lere kadar geriledi. 1980 yıllarında ihracat oranı çok düşük olan ülke,2010 yılı sonunda yaklaşık 1,600 trilyon dolar tutarında ihracat yaptı. Ayrıca Çin’in ABD’ye karşı ticaret fazlası 200 milyar doların üzerindeydi.

Amerikalı ünlü ekonomist Paul Krugman, Çin’in lehine ticaret fazlasının ABD için bir milyondan fazla çalışanın işini kaybetmesine neden olduğunu belirtti.

Çin bir süre sonra ABD hazine kâğıtlarına yatırım yapmaktan da büyük ölçüde vazgeçti. Bunun yerine bu parayı alt yapısını hızlı şekilde inşa etmek için harcamaya başladı. Ayrıca enerji alternatiflerini çeşitlendirmek için değişik ülkelerdeki enerji projelerini, gerekli alt yapıyla beraber finanse etmeye başladı. Bunları yaparken enerji güvenliğine de dikkat etmeye başladı.

Örnek olarak Çin petrol ihtiyacının % 10 dan fazlasını karşılayan İran ile bir petrol rezervi için 100 milyar dolarlık anlaşma imzaladı. 2011 yılı sonuna göre karşılıklı ticaret hacmi 40 milyar dolara ulaştı. Ayrıca İran’ın askeri teknolojilerini geliştirmesi için alt yapıyı sağladı. Bu Çin’e gelecek enerjinin güvenliği açısından önemliydi.

Çin son senelerde Afrika kıtasında yatırımlarını 40 milyar doların üzerine çıkarttı. Bu rakamlarla ABD, Çin’in gerisinde kaldı. ABD ve AB ülkeleri bu kıtada yatırım yaparken, tarihten gelen efendi rollerini ellerinden bırakmadılar. Bunun dışında finansman getirdikleri ülkelerin iç işlerine karışmak için şartlar dayattılar. Böylece Afrika ülkelerinin Çin’e daha sıcak bakmalarını sağladılar. Balıklama bu oluşuma atlayan Çin, böylece BM’de 53 üyeden oluşan Afrika kıtasının ülkelerinin büyük çoğunluğunun da siyasi desteğini garantilemiş oldu. Çin - Afrika işbirliği formu FOCAC 2000 yılında 48 Afrika ülkesinin işbirliğiyle kuruldu.

Çin özellikle Sudan, Angola, Nijerya ve diğer ülkelerdeki yatırımlarını arttırdı. Bu yatırımlar daima eldeki dolar para birimi ile yapıldı. Enerji rezervleri kadar, bu ülkelerin alt yapıları güçlendirildi. Ulaşım, iletişim ve son zamanlarda savunma sanayileri gibi.

Çin-Afrika ticaretinin 2010 hedefi 100 milyar dolar civarındaydı. Kısacası bir yandan bu ülkeler gelecekte Orta Doğu petrol ülkelerine olan bağımlılığa karşı büyük bir alternatif idi.( ABD petrol ihtiyacının % 20 sinden fazlasını, Çin ise son verilere göre % 25 den fazlasını Afrika ülkelerinden sağlamaktadır.) Ayrıca Afrika kıtası ucuz hammadde kaynağı olarak da herkesin iştahını kabartıyordu. Fakat son senelerde Çin bu ülkeleri kendi iç pazarı haline dönüştürmeye başladı. Daha şimdiden ABD ve AB ülkelerinle ileride doğacak çıkar çatışması yüzünden, ileride ticaret hacminin kademeli şekilde azalacağının farkındadır. Bu yüzden Afrika ülkelerini yeni pazarı olarak hazırlama işlemlerini hızlandırdı. Bundan ise en çok rahatsız olan taraflar da AB ve ABD oldu.
Üzücü olan taraf ise ülkemizin Afrika kıtası ile olan ticaret hacminin çok düşük olmasıdır.

Çin’in Afrika kıtası dışında yaptığı ilginç anlaşmalardan çeşitli örnekler vermeye devam edelim. Ekvator’daki hidroelektrik santralının finansmanına yardım, Bolivya’daki telekomünikasyon uydu projesine kredi, Jamaika alt yapı çalışmaları için kredi, Burma’ya doğalgaz boru hattı projesi, Hindistan’ın en zengin işadamlarından Anil Ambani’ye 3 milyar dolarlık kredi gibi örnekleri çoğaltabiliriz.

Çin, Rusya ile yaptığı petrol anlaşmasındaki ilk boru hattının yapımını tamamladı. Sibirya ve Daking kenti arasındaki petrol nakli işi böylece başladı. Proje 2014 yılında tamamen bittiğinde boru hattının uzunluğu 4700 km. olacak. Bu hat üzerinden 20 yıl süresince, günde 300 bin varil petrol sevk edilecek. Maliyeti 25 milyar doları bulması beklenen projenin büyük kısmı Çin tarafından finanse ediliyor.

Ayrıca tamamlanan Orta Asya Çin doğalgaz hattından alınacak doğalgaz için Türkmenistan ve Özbekistan ile gerekli anlaşmalar yapıldı. Bu hatta şimdilik yıllık 17 milyar metreküp olan sevkiyat, 2012 yılında 30 milyar metreküp, 2015 yılında 65 milyar metreküp civarında gerçekleşecek. Çin böylece Rus Gazprom şirketi ile arasındaki anlaşmadaki fiyat uyuşmazlığı yüzünden gerçekleşmeyen sevkiyata bir alternatif buldu. Rus şirketi bin metreküp için 400 dolar istiyordu. Türkmen gaz şirketi ise bin metreküp için 250 dolara anlaştı. Bu da Rusların pazar gücünü kaybetmesine neden oldu. Rusların Türkmenlerin gazı Avrupa’ya sevk etmesine mani olmak isteyeceklerini bilmek için, falcı olmaya lüzum yok.
Tabi ki Küresel Sermayede Çin’in boru hatlarını kendi finans etmesi ve ihtiyaçlarını direk olarak, kimseyi karıştırmadan becermesinden dolayı son derece rahatsızdır.

Çin 2000 li senelerin başlamasıyla, uyguladığı eğitim programının da meyvelerini her dalda almaya başladı. Tarım alanında çeşitli yeni tohumlar yetiştirildi. Bilgi sektöründe “ Fangzhou”, “Longxin” çipleri geliştirildi. Dünyada şimdilik en hızlı bilgisayar olan Tianhe-1 üretildi. Kendi navigasyon sistemini daha ileri seviyelere getirmek için 2020 senesine kadar 35 uydu yollanması düşünülüyor. Böylece ABD, GPS tekelinin yıkılması düşünülüyor. Radara yakalanmayan J-20 savaş uçağı, uzay uçuşu ve hızlı tren projeleri de dünyada Çin’in yeni hedefini ortaya koydu. Süper güç olmak. Fason üreticisi olan bir ülke sabırla yaptığı çalışmalar sonunda her sahada yeni teknolojiler üreten bir ülke oldu. Ekonomi kadar, askeri gücü de çok hızlı gelişti.

Çin’e gelen hammadde ve mamullerin %40 kadarının Aden körfezinden gelmesi, ülkenin deniz kuvvetleri gücünü ve çeşitli silah teknolojilerini öncelikle çağa uygun hale getirmesini zaruri kılıyor.

Çin’in belirttiği rakamla 2010 askeri bütçesi 80 milyar dolaylarındadır. ABD’li uzmanlara göre 150 milyar civarlarındadır. Bunun dışında birçok projede gizli olarak yürütülmektedir.

Çin güçlendikçe kendine dayatılan bağımlılık yaratacak modeller yerine, ülkesine ve kültürüne uygun bağımsız bir melez ekonomik model oluşturdu. Bu model yerel koşulları uyan, üretimi teşvik eden, kamu kuruluşlarını kuvvetlendiren ve yeni teknolojilerle uyum sağlayacak bir şekilde gelişti. Ayrıca Çin ülke ihracatını yerel koşullara göre, kendi kurumlarınla belirlediği kurallarla düzenleyince Küresel Sermayenin yatırımları da tehlikeye girdi.

Kısacası ülkenin menfaatleri her şeyin üstünde tutuldu. 2010 yılı sonu rakamlarıyla Çin'in büyümesinin hızla bir şekilde devam etmesi, milli gelirinin yükselmesi ABD ve AB'nin planlarının kesin bir şekilde bozulmasına neden oldu. Kısaca diğer adıyla Küresel Sermaye Çin'i kontrol edemiyordu. Bunun sonucu olarak gizli savaş şeklinin hızlıca değiştirilmesi gerekiyordu. Savaşın yeni alanı enerjiydi. Büyüyen Çin’in yumuşak karnı enerji açığıydı. 

Yeni orta sınıfın devamlı büyümesi, insanların yaşam şeklini değiştirmesine neden oldu. Bisiklet ülkesi birden dünyanın en büyük otomobil pazarı oldu. Her sene büyüme devamlı enerji tüketiminin artışını da beraberin de getirtti. Petrol tüketimi de bunun başında geliyordu. Yapılan araştırmalara göre 2030 yıllarda dünya petrol tüketiminin % 80 ini ABD ve Çin tüketecek. Bu da petrol fiyatların artışına neden olacak. Bu gelişim en çok ABD’yi etkileyecek. 

Şimdilik savaşın en önemli cephesi Orta Doğu gözüküyor. ABD petrolünün % 10-12 arasına bu bölgeden karşılıyor. Fakat AB, Japonya ve şimdilik Çin buraya bağımlı gözüküyor. Sadece Çin petrol ihtiyacının % 50 sinden fazlasını bu bölgeden karşılamaktadır. Yapılan anlaşmaların DOLAR cinsinden olması için ABD’nin bölgeyi askeri olarak kontrol etmesinden geçmektedir.

Çin 2012 yılı verilerine bakıldığında dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumundadır. Uzmanların yaptığı yeni değerlendirmelere göre 2030 yılına kadar birinci sıraya yükselecektir.

ABD bunu engellemenin yolunun başının İran’ı bölmekten geçtiğini düşünmektedir. İran, Çin’in petrol ihtiyacının % 14 ünü karşılamaktadır. Çin, İran’la yaptığı ticari anlaşmalar ve gizli savunma teknolojileri transferiyle bu ülkeyi güçlendirmektedir. İki ülke de şu anda anahtarın İran olduğunu bilmektedir. Türkiye ise istemediği bir menfaat çatışmanın ortasında kendisini erken bulmuştur. ABD kendi çıkarları gereğince BOP projesini devreye sokmak istemektedir. Eğer bu proje başarıyla sonuçlanırsa ileride Türkiye’nin tarihten gelen Asya Müslüman ülkeleri üzerindeki etkisi canlandırılmak istenecektir. Çin de bunu İran vasıtasıyla engellemek istemektedir. Ayrıca iki tarafta tarihin derinliklerinde kalan Talas savaşında Karluk, Yağma, Çiğil Türklerinin ve Abbasilerin birleşerek, Çin’in Asya’da ilerlemesini bitirip, durduklarını çok iyi biliyorlar. Ayrıca ABD’nin, Pakistan ve Afganistan üzerinden Taliban güçlerini Çin’in Uygur bölgesine yönlendirme çalışmaları başarısız olmuştur.

ABD’nin esas korkusu 2030 yılından itibaren Çin, Hindistan, Pakistan ve diğer Şanghay ülkelerinin aralarında ortak pazar oluşturmasıdır. Bu da “DOLAR” İmparatorluğunun sonu demektir. Bizim gibi insanlar bu verileri bu kadar değerlendiriyorsa, iki ülkenin kurumları ve düşünce kuruluşları ne senaryolar hazırlamaktadır. Başka bir deyişle bir ipte iki cambaz oynamaz. Bundan sonra sahneye konacak oyunları başka yazılarda paylaşmak ümidiyle...

İlk yayınlanma tarihi  03-01-2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.